30 Kasım 2007 Cuma

Çarpık Zaman

Herşeyin anlamını yitirdiği bir dönem bu. Diğerlerinin çarpık ve sahte haraketlerine inat ben üşüyorsam üşüyorumdur. Sevmiyorsam sevmiyorumdur. Yalana dolana gerek yok. Çünkü dışarıdan bakıldığında cidden komik gözüküyor.

Annem Lost'u keşfettiğinden bu yana sadece 4 gün geçti. Sabah akşam Lost izliyoruz onunla. Tepkilerini izlemek gerçekten çok eğlenceli. 40 yaş üstü kişilerde kalp çarpıntısı yapabilecek kadar heyecan veriyormuş bu dizi, bunu gördüm. Lost'ta ağlayanını ise ilk kez gördüm. Anladım ki 4. sezon bölümleri iki kat eğlenceli olacak benim için.

25 Kasım 2007 Pazar

Cips + Kola = Sinema

a-) 25 Temmuz 2007'de yazdığım En Ön Koltuk Benim isimli yazının konusu olan Hairspray isimli filmi izledim nihayet. John Travolta'ya Oscar hekelciğimi taktim ettim ve çok güzel eğlendim. Müzikal severlere şiddetle tavsiye edebilirim. Sevmeyenlere ise büyük sıkıntı vereceğine dair garanti veririm. Yine de sinemaseverlerin oyuncu performanslarını görmeleri açısından uyarmayı da görev bilirim.




b-) 14 Aralık 2007'de Türkiye'de vizyona girecek olan ve yine sabredip de bekleyemediğim Bee B. Movie isimli animasyon filmini cipsimi kolumun altına alarak izledim. Yorumumu da ekşi sözlük bünyesinde şu şekilde yaptım;




---
spoiler ---

muhteşem bir konuyu ele almış, çok başarılı bir animasyon filmi. küçüklerden çok yetişkinlerin de dikkatini çekecek bilgiler içeren ve bunu zeki bir arı ile başarmış yapım. barry b. benson isimli normal bir arının hayatı boyunca aynı işi (bal yapmak) yapmayı istememesi ve bal arıları ile birlikte dış dünyaya açılmasını ve burada çiçekçi vanessa bloome ile tanışmasını, bir alışveriş anında insanların da bal ürettiklerini ve bunu başka bir kraliçe emri altında yaşayan arılara zorla yaptırdıklarını görür. vanessa ile insanlara bir dava açarak bal üretiminin yasaklanmasını ister. davayı kazanarak yeryüzündeki tüm balı ve ballı yiyecek, içecek, krem vs.. toplatır. onlardan çalınan bal yerine konur (kovana). böylece arılar artık çalışmak zorunda değildir. tatil zamanıdır. bu sırada dışarıda tüm çiçekler solar, ölür. polen gereklidir fakat ortada bir tane dahi arı kalmamıştır... (tatilde ya hepsi)

--- spoiler ---

bu arada aldığım dvd üzerinde "
cem yılmaz'ın sesiyle" gibi bir ibare vardı. ne kadar doğru bilmiyorum.

http://www.imdb.com/title/tt0389790/

(
tirnakmakasi, 21.11.2007 10:02)
#11741948

Ayrıca film hakkında
şuradan ve buradan tatminkar bilgiler alınabilir.


c-) Benim gibi Owen Wilson hayranlarının ilgisini çekebilecek değişik bir film olan The Darjeeling Limited bayılacağı bir yapım. Üç arkadaşın ilahi Hindistan yolculuğu ve güven üzerine yapılmış en renkli filmlerden biri. Muhteşem soundtrackleri de eklersek seyri şölene dönüştürüyorsunuz. Başrollerini Owen Wilson, Adrien Bloody, Jason Schwartzman'ın paylaştığı, yönetmenliğini Wes Anderson'un yaptığı film, 15 Şubat 2008'de ülkemize gelerek görücüye çıkacak.

Soundtrackleri Buradan dinlenebilir.

d-) Sıradaki film bir Türk filmi. Sevgili Fatih Akın'ın son filmi Yaşamın Kıyısında diğer adıyla "Auf der anderen seite". Televizyonda film hakkında bir şeyler duyduğumuzdan bu yana cemaatte bahsi geçtiğinde ilk aklımıza gelen isim tabi ki Nurgül Yeşilçay oluyor. Filmi izledikten sonra da benim için bu durum değişmemiştir. Nurgül'ün kendisini her geçen gün geliştirdiğinin göstergesidir bu film. Ölümün değişik şekillerini konu alan filmde birbirlerinden bağımsız yaşamların aslında ölümde kesiştiğini görüyoruz. Bana göre Fatih Akın bu işten de yüzünün akıyla çıkmıştır.


İyi seyirler dilerim.

24 Kasım 2007 Cumartesi

Az Kaldı

Çok okuyorum, çok araştırıyorum. Yeni bir şeyler yapmam lazım bu mekana... Bu yüzden yazmıyorum. Ama kısa süre sonra bir de bakmışsın ki yazmışım. Hepimiz şaşırmışız falan.

20 Kasım 2007 Salı

Havalardan Sanırım

Havalardan mı bilmiyorum. Kiminin boğazları şiş, kiminin romatizmaları azmış, kimi aksırıyor... Ben de bir halt yok, sadece kayıbım...

17 Kasım 2007 Cumartesi

Gün


Berbat bir Cuma gecesinden sonra güzel bir Cumartesi sabahı. Şöyle bir kontrol ettim kendimi; bir haftadır devam eden öfke nöbetlerim biraz durulmuş gibi. Tabii saat 16:00'dan sonra buna daha bir net karar verebilirim.

Dün gece 0300'a kadar Avrupa Yakası'nı izledim ve bir hayli güldüm. Ekşi Sözlük'te "Bir işkence tipi olarak Burhan Altıntop" adında başlık açmayı düşünüyorum. (Artık yazarım ya o bakımdan; keh keh keh)


Facebook'ta istemediğiniz kişileri engelleyebiliyormuşsunuz. Kurcalarken farkettim. Ayrıca arkadaş listenizdeki samimi olmadığınız kişilerin özel bölümleri görmesini de engelleyebiliyormuşsunuz. Bu da süper bir olay.

Yeni aldığım uzun kolluklarıma ofisteki kızlar güldüler. Ben de onlara güldüm. Gülüştük öyle. Eylemlerim devame decek.


Ofiste konuşmadığım, hatta görmek istemediğim tam 8 kişi var. Güzel bir rakam.


Rüyamda kendisini klonlayarak çalışma saatini 4'e indiren bir adam gördüm. Mantıklı geldi bana.


* Uykusuz yazarı Uğur Gürsoy'un Fırat tiplemesinin hayranıyım. Tam sayfa çizmesini umut ediyorum. Hatta emrediyorum. (karikatür 14 Kasım ekinden alınmıştır. üstüne tıklayıp büyütünüz)

Kredi kartı extrem şaka gibi. Hep birlikte kahkaha atıyoruz.


16 Kasım 2007 Cuma

En Özel Erkeğime

Hayatta başıma gelen en güzel şeyin ailem olduğunu düşünürüm her zaman. Karşılıksız sevginin en güzel örneğinin yaşandığı, güvenin en güçlüsünün barındığı özel topluluk ve bu topluluğu bir arada, mutlu tutan bir baba.

Kız evlatlar için bir ikondur baba. Hele ki o evde babadan başka erkek yok ise... Hep onun gibi bir sevdicek isterler. Koruyucu, sabırlı, sınırsız seven. Fakat kim olabilir ki onun gibi? Babamla paylaştığım şeyleri asla kelimelere dökemiyorum. Bunu hep denerim, beceremem. Ona karşı hırçınlığım da bu yüzden. Benim erkek çocuk olmamı istediğini öğrendiğimde hiç kızgınlık hissetmediğimi hatırlıyorum. Hala da öyle. Belki de bu yüzden erkek tarafım, katılığım, onun yanındayken daha sert ve duygusuz durmam. Erkek gibi küfretmem. Verdiğim örneklere "benim babam..." diyerek başlamam. Bunun yanısıra, her terkedilişimde; başka erkeklere olan kızgınlığımı ondan çıkartmaya çalışmama rağmen benimle ağlayanım, babam...

"Beni hiç terketmeyecek olan adam; sana çok şey borçluyum. En önemlisi bana aşıladığın umut gücü için borcum büyük...

Nice nice mutlu, huzurlu ve en önemlisi birlikte geçirilecek yıllara babam"


14 Kasım 2007 Çarşamba

TekmeTokat Oturumu Açtı

Günlük blog gezintim sırasında müdavimi olduğum Okan'ın çok güzel yazılmış bir yazısına rastladım. Hoş, bana göre hepsi birbirinden şahanedir yazdıklarının fakat bu yazı beni çok keyiflendirdi. Blogger kullanıcısı olduğumdan mıdır nedir bilinmez, okuyalım mı?


"
WordPress ile Blogger önde gelen iki blog servisidir. Aralarında tatlı bir rekabet bulunan bu servislerden Blogger'ın yaşça büyük olmasına ve Google tarafından satın alınarak çok daha geniş kapsamlı hizmetlerle popüler olmasına karşın; Movable Type isimli bir diğer büyük servisin 2004'te ücretli hale gelmesiyle bazı kullanıcılar WordPress'e akın etmiş ve bu sayede WordPress de en az Blogger kadar popüler olmuştur...."

Camdan Dışarı

Sadece odamın camından dışarı baktım bir sabah...

Biz buna umut diyoruz işte...


10 Kasım 2007 Cumartesi

Afiyetteyim İnşallah?

Çok büyük bir değişim seziyorum yaşamın benim olmayan taraflarında. Sanki herkes değişiyor ve ben yerimde duruyormuşum gibi.. Kendime geldiğimde herkesin 3-4 basamak yukarıda olmasından korkuyorum. Aslına bakarsan Ocak ayında, hani 2008 yılının Ocak'ında. Çift rakamların şöleninde birden bire altüst olacakmışım gibi geliyor. Benim için hiç bir önemi yok bu ayın, sayıların vs... Fakat düşündükçe içim içime sığmıyor. Heyecanlanıyorum... Resmen oturdum bekliyorum felaketi ya da her neyse. Artık Tanrı bana ne layık gördüyse....

Sol ayağımdaki ve sağ elimdeki ağrılar henüz geçmedi. Yer yer baş ağrısı çekmekle birlikte 15 yıla kadar kör olmayı bekliyorum ciddi ciddi. Bunlara rağmen hala doktordan kaçıyorum. Muayene günümün gelip geçmesi beni daha da hırçın yapıyor. Revirin önünden geçişim bir hayli komik. Koşa koşa. Beni görürlerse eğer içeri sokarlar. Ağzımı açarlar, incelerler. Sırtımı dinlerler. Öksürtürler... Kanımı alırlar. O iğrenç iğnelerini damarıma batırırlar. Bir adet küçük boruyu ağzıma tıkıp son nefesime kadar üfleterek orada canımı teslim ettirerek kaza süsü verebilirler. Ben doktorları sevmiyorum. Kişisel algılamaları beni büyük bir öfke krizine sokabilir, "bir yerde kahve içebiilr miyiz doktor bey, beyaz renk beni geriyor da..."

Sabah 0716... Bugün tatil... Sevgili(!) iş yerim bazı siteleri "yasaklı" ilan ettiğinden yazamıyorum. Yazmak istedim mi? Hayır! İsteseydim hiç bir engel tanımazdım. Bu da benim için büyük problemdir. Engel tanımamak. Halbuki bırak karşına çıkan duvarın önünde otur, vazgeçmeyi bil. Vazgeç. Fakat çevremde angut çiftliği oldukça ben vazgeçemiyorum maalesef. Sonra ayaklarım, ellerim, götüm (afedersin) başım her yanım ağrıyor. Ha bir de üşüme sorunum var bilmezsiniz siz. Gizli gizli üşürüm ... Ne kadar giyinsem de üşürüm. Dişlerim birbirine vurur. Ellerim titrer. Titrek bir tay mıyım ki ben? Bir de eskiden annemin bana aldığı bir kitap vardır "Siyah inci" ... İçinde Johnny Depp'in olmadığı bir garip hikaye. Tay vardı orda.. Anacığından ayırıyorlardı falan... Kırbaçlıyorlardı... Pislik adamlar... Kadınlar değil bakın. Adamlar... Hepsi aynı, ister masal ister değil.

Bugün, bana hediye olarak verdiği yunus'u çöpe attım. Yaptım bunu. Zevk alıp almadığımı bilmiyorum ama duygusal olarak koptuğum erkeklerin bende olan bütün ıvırtı zıvırtılarını atıyorum. Rahatlıyorum sanki. Ya da farkında değilim hissettiklerimin. Ne s.kimse işte. Bak şimdi 1.5 günün ilk gülümseyişi geldi suratıma. İki şey var bende olan... Bir tanesi bir kum saati. Güzel anlarımı hatırlatan bana... Diğeri değersiz bir yüzük. Bana nefreti hatırlatan. Atmıyorum. Kalemin içinde gezinen şah ve vezir onlar. Atarsam geçmiş silinebilir belki.. Silinirse eğer ben güçsüz kalabilirim kara şahın askerlerine... Nasıl da kandırıyorum değil mi kendimi.. [İtiraf etmem gerekirse dünya üzerinde hayır hayır bu evrende yaptığım en başarılı şeydir bu.] Kalenin içinde yılan var... Yılan girmiş kaleye..İmdat!! Muhafızlar uyurken...Ben sarhoşken... Nasıl oldu da ağlamıyorum artık ben.. O kadar da tahrik ediyorum kendimi acıklı şarkılar ve filmlerle... Dünya ilginç oldu vesselam. Duygular değişiyor zamanla. Öyle ki artık kızlar kendiliğinden veriyormuş.. Peh Peh Peh!!!

Peki ne olacak şimdi?

3 Kasım 2007 Cumartesi

23:23

Vakit....

İbre şaşırmış vaziyette. Yükselişe geçtiği anda yaptığının çok aptalca olduğunu düşünüp tekrar aşağıya çeviriyor yüzünü... Sonra bunun da gereksiz olduğunu düşünüp duraksıyor. Asla dengede duramayan beyinciğim hırslı çırpınışlar sergiliyor. Yazık ki ne yazık...

Uzaktan baktığımda sahada süzülen topun çok yavaş olduğunu görüp de yakınına geldiğinde aslında ciddi anlamda hızlı olduğunu görmek de beni şaşırttı bu akşam. Sigaraya zam gelmesiyle çok pahalı zevklerimin olduğunu da farkettim aynı saatlerde ve 7 adet turuncu çorabımın olduğunu da... Saatler 23:23'ü gösterdiğinde ise durup düşündüm... Yarın olacak ve bunun gerçekten bir sebebi yok. Bu çöküntüyü geçirecek bir omzun olmaması buna ilave olarak başımı hakedebilecek bir omzun olmadığını bilmek çok daha uçsuz bucaksız bir kara deliğe sebep olmakta... Gök taşının başıma düşme olasılığını hesaplamakla geçirmek isterdim kalan zamanımı. Yada her defasında nokta atışı yapabilmeye çalışarak... Sonra Tanrı'ya gönüp "bana verdiğin ömrü böylesine saçma sapan işlere harcadım" diyerek pispis sırıtmak. Niye bilmiyorum yine de seviyorum Tanrı'yı.

Bir gün bir yaratık çıkacak mesela... O ucube sadece bir kez geğirdiğinde dünyadaki bütün kötü insanlar ölecek. İyiler kalacak ve mutlu mesut yaşayacaklar. Dünya meğerse Cennetmiş. Bunu düşündükçe o yaratığın kıçını silmek istiyorum. Bu görevi üstlenmek ve hizmetçisi olmak... Çünkü dünya Cennet olsa bile ben almıyım alana mani olmayayım hesabından bolca kredi çekiyorum.

Bu gece Toyota'nın arka kapısına kafamı dayadığımda kendimi terk etmeyi de bu kadar net düşündüm. Ayık kafayla... Cadde ışıkları altında...



Kasım Ayı Yemek.Name Çıktı

Yemek dergisi Yemek.Name'yi indirmek için tıklayın

Yemek.Name'nin Kasım Ayı sayısı da pek şukela doğrusu.

1 Kasım 2007 Perşembe

Yörüngeyi Sarsan Güneş Hesabı

Fth ve Okty ile 2,5 saat, popomuz tepsi olana kadar "bizim gezegende aşk var mı?" sorusunun cevabı olan "yok yok" için oturduk bekledik. Gerekli cevabı alıp kös kös döndük kafeslerimize. Aslında biraz mantıklı düşünüldüğünde bunun ne kadar saçma olduğunu anlıyor insan. Bu kadar sahtekarın meydanda dolandığını da görünce üstüne... Bakıyorum çevreme, kalemliğimde bir demet mimoza olduğunu görüyorum. Halbuki en son yatağımın altındaydı bu çiçek. Bir çingene şans için tutuşturmuştu elime. Bir de yüzüme tükürmüştü nazarımı alsın diye. Sanırım bir şeyler ters tepmiş ve büyük bir lanet kulaklarınından ve binumum deliklerinden ateş püskürterek beni kovalamakta. Ben ise bir o kadar rahat ve kedersizim. Sanırım alışkanlık yapıyor bu meret. Alışmak ise sevmekten daha zor geliyor -ki bunun herkes farkında. Selami Şahin onarılmaz yaralar açmıştır bünyemizde o işe yaramaz sesiyle.

Yağmur yağacak. Geçen yağmurlu günde de bir salyangozun kaldırımı arşınlayışını izlemek istedim dakikalarca. Bunu yapmayı kafadan geçirdiğimde bir adet ses bombası atıldı buralarda. Anladım ki isteklerim çok basit şeyler. Koskocaman, gereğinden laçka bir dünya ve benim isteklerim. Anaokulu piyesi gibi.

İnsanlar diğer insanları pek şaşırtıyor bu aralar. Tanrı'nın üstümüze gerdiği derinin altında olanlar cidden şaşırtıcı ve sarsıcı. Böyle anlarda tahammülsüzlüğüm su yüzüne çıkıyor ve ben öfkeleniyorum... Halbuki onu kontrol etmem gerek. Bunun için uyanıyorum her sabah. Zaman geçip gidiyor, kendi ekseninde defalarca dönen Dünya gibi. Kimbilir ne çok sıkılmıştır bu durumdan. "Dur artık" diye isyan ediyordur belki de... Ama yine de onun aklını çelen bir Güneş oldukça Dünya hep dönecek hep dönecek ve asla o Güneş'e erişemeyecek. Aptal mı Dünya bu hususta peki? Ne biliyorsun belki de aşktır hovarda Güneş'e. Ay ile flört ettikçe güneş, daha da hırslandığını seziyorum Dünya'nın. Yazık diyorum... Çok yazık. Venüs geçenlerde hüngür hüngür ağladı Dünya'nın bu haline mesela. Mars ise başını dizlerine gömdü bu çaresizliği gördükçe. Satürn'e hiç değinmiyorum çünkü ondan tüm Venüs hayranları gibi nefret ediyorum.

Her neyse... Kısacası aşk yokmuş hocam bizim kafamızda büyüttüğümüz dünyada bunu öğrendik bu gece...

Kal sağlıcakla...