31 Aralık 2007 Pazartesi

2007 Biterken

2007 'nin son günü tüm bunalmışlığımı aşarak yazmak istedim bir iki satır. Bana göre Allah'ın belası bu nadide yılın bitmesi ne kadar hayra yorulur bilemem fakat yine de gülümseyen gözlerle bakmak gerek öyle değil mi sıradaki yıla? Kısa bir muhasebe yaparsak ben bu yıl bir büyüdüm, bir olgunlaştım şaşırıp kalıyoruz ben ve ben. Sanırım artık daha kötümser ve melankoliğim. Kendime bir veda botu yazarsam eğer hayatımın sonunda kesinlikle bu yılı kırmızı kurşun kalemle ve italik yazacağımdan şüpheniz olmasın. iyi ki bir yılda 12 ay var; Allah muhafaza 15 falan olsaydı ben 2007 'nin dibine dinamitleri dizip ateşlemem işten bile değildi.

2008 inanılmaz heyecanlı bir sayı bana göre. Bir kere çift rakam diğerlerini bu sebeple solda 0 bırakma güzeliğine sahip. Tabi bu yıl içinde ölürsem bir yerlerde patlar bu teorim, dua edin ölmeyeyim. Önümüzdeki yıl bana iyi bir şeyler gitirsin... Rica ediyorum ilgili mevkilerden.

Amin!


Şimdi kendime armağan ettiğim şarkıyı dinliyoruz. Ayağa kalkıyoruz... İleri geri sallanıyoruz.. İlah Madonna söylüyor efendim, Like A Virgin.... İleri geri.İleri geri..

Like a virgin
touched for the very first time
like a virgin
when your heart beats
next to mine







28 Aralık 2007 Cuma

Başka Yarınlar

Bugün yüzünde başka bir güzellik var senin,
Bugün dudağında başka bir tat var,
Boyunda başka bir yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.

Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
Bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
Dünyada bir başka gidiş.

Biz senin gözlerinden gördük
Aslanlara meydan okuyan o ceylanı,
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
İki cihandan da dışarı

Seven insanın ayağı mı yok,
İşte ona ölümsüzlük kanadı.
Yukarılarda onunla uçar gider.

Gözlerin denizinde onu arama.
O inci başka bir denizde

Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın
Yüreğimin özünde başka yarınlar var.


Mevlâna Celaleddin Rumî

27 Aralık 2007 Perşembe

Kusmuk tadındaki gülümseme

Bazen insan hiç görmek istemediği bişiler görür. Hiç aklına gelmeyen şeyleri belki de. Sonra onun karşısında uzun uzun sigara içer. Sorgular. Kafasında dünyaları bile aşan. Cehennem kapısına kadar dayanan düşüncelere dalar. Alevlerin arasına atlamak ya da atlamamak, Tereddütte kalır. O sandığımıza emanet ettiğimiz kızgın demir çıkıverir birden Ciğerime saplanır. Daha da baskı yapar. Acıdan bayılırsın. Sorgulamaya devam edersin. Fıldır fıldır döner herşey çevrende.

"Ben şimdi nerdeyim?" dersin. O gözlerle karşılaşırsın. Büzülmüş dudaklarla. Hemcinslerini sorgularsın bu kez. Sahiplenilmeyi. Ne kadar uzakta olsa. Midem bulanır. Acıyla karışık. Kusmuk tadı gelir ağzına. Biraz da kan. Tırnağınla masanın kenarını oymaya başlarsın. Kırılır. Tırnak..8. sigara içini doldurur. İç çekmeye başlarsın. Sonraki kelime "anne" olur...

"kırılmış bilek gibi bakar gözlerim, kalbi camdan, yaraları camdan, kabuğu buzdan sevgilim"
"biliyosun! sokak soğuk, sesim buruk, mektubumun ağzı bozuk..olsun eve dönelim"

Neyi hakettim? Neyi haketmedim? Düşünür dururum. En iyi yaptığım şey. Ve en gereksizi. Sonra 1.5 aydır gürül gürül ağlamadığımı fark ederim. Fareli köyün kavalcısı boktan bi türkü tutturur. Kibritçi kız son kibritini yakar. O güzel ayaklarını karların içine gömer. Sımsıcak kum misali...

"sokak soğuk, sokak soğuk, nolur eve dönelim"
"çok acıdım, çok acıktım sevgilim.."

Şeytanlar çevremde bana gülerken ben daha ne kadar sert kalabilirim?

"ipi çek, ipi çek, beni çek"
"çok acıktım,sevgilim"

ps: Tırnak içindeki cümleler Umay Umay-Kalbi Camdan şarkısına aittir.

Kendimi resetlemeye gidiyorum. Tetikte olun..

İşte bir yıl önce aynen bunları yazmışım...

26 Aralık 2007 Çarşamba

Hacivatın Uçkuru

Geçen gün "Hacıvat ve Karagöz Neden Öldürüldü?" isimli filmi tekrardan izledim. Yine çok eğlenerek yine sonunda malüm burukluğu hissederek. Bir yıl evvelinde düşündüğüm şeyleri bir kez daha düşündüm;

Hacivat 2007'de yaşasaydı tam bir kazanova olurdu diye geçti aklımdan. Don Juan falan halt etmiş yanında. Zorro köpeği olurmuş belli ki. Ben küççükken, ufacıkken, kreş sıralarındayken getirmişler, germişlerdi bir perde. Adam geçmiş perde arkasına saçma sapan iki tane çubuk;

"vay karagözümmm nereye böyle?"

"hiççç hıcıcavcav sana ne"

Falan filan. Ne kadar da korkunç değil mi? Çocukların psikolojisini bozmaktan başka bir işe yaramıyor bunlar. Ben mesela çok korkmuştum onlardan. Böyle perde arkasından gölgeler, sesler falan. Bundan 23 yıl sonra; "Havıcat-Karagöz neden öldürüldü" filmi çekildi. Bir de baktık Hacıvat, Beyazıt Öztürk.[wash] Karrdeşim bu ne endam, bu ne yakışıklılık, bu ne uçkuruna düşkünlük. O perde ardında kara saçlı, sakallı Hacivat olmuş bize nurtopu gibi bir afet-i devran. Gerçekçi olalım biraz :) Yıllarca yalan mı söylediniz bize :) Bir de Nasreddin Hoca'ya değinmek isterdim ki başka yazıya kalsın. Demem şu ki; Nasreddin Hoca ile Noel Baba neden bu kadar birbirlerine benzemektedirler? Yoksa bilinmeyen, gizli kalmış bir akrabalıkları neyim mi vardır? Merak konumdur. Herneyse acelem var...

Çekiştirme Peter Pan...Geliyorum dedim ya...

24 Aralık 2007 Pazartesi

Altın Yumurtlayan Zaman

"Olur mu anımsamamak onaltıncı Louis'i
14 Temmuz 1789 akşamı, Louis,
Şöyle yazmamış mıydı defterine:
'Bugün kayda değer bir şey yok..'"



Cemal Süreya doğru mu demiş bilemem ama bence de bugün kayda değer bir şey yok. Boşa mı geçti ki? Hayır! Sadece fazla hızlı geçti hepsi bu. Yanılmaktayım çok fazla.

Yıldız Kenter geldi aklıma yanılmaktan bahsedince. Hep birşeylerin bitivermesinden korkan o şaşkın yüz. Her an ağlamaya hazır sulu gözler. Aynı benim göz damlalarımla dans ettiğim anlarda olduğum gibi. İlk kez 1948 yılında Shakespeare'in "on ikinci gece" oyununda oynamış. 1948 ey ahali! Bundan 59 sene önce. İki tane ben. Korkunç. 1928 yılında doğmuş. 79 yıl önce. Hadi dese biri Yıldız'a "12. gece'yi bugün tekrar oynayacağız." Tereddüt etmeden oynardı tekrar. Hafıza senden benden iyi okuyucu. Kaldı mı böyle oyuncular? "Dev" olarak bakabileceğimiz yeni yetmeler? Maalesef hepsi daha toy. Devir değişiyor değil mi? Artık DVD'yi koyup tiyatroyu evime taşıyabiliyorum. Bu ne ikiyüzlülüktür sanata karşı? Tiyatro aynı havayı teneffüs etmektir. Ruhunun yavaşça oyuncunun içine girdiğini hissetmektir. İdareyi eline almaktır. Oysa bende hiç öyle olmamıştı. Sahnede oyunumu oynarken; hep aklımda başka şeyler olurdu. Mantıksız, deli saçması. Örneğin alakasız bir kitabın baş kahramanı. Yada hafta sonu yapacağım şeyler. Yada karşımda ki oyuncunun teks sayfaları. Ben oyuncu değilmişim ki hiç. Olmamışım. Zaten gerçekten de istememişim. Şimdi belleğimdeki tüm kuruntularım gitti. Biraz tadını çıkartayım bunun.

Boşluğun.


Hazır tiyatrodan bahsetmişken ben sizlere (İzmit'te oturanlara daha doğrusu) Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nda Mevlana'nın Mesnevisinden oyunlaştırılarak sahnelenen "Yolcu" isimli muhteşem oyunu izlemenizi tavsiye ediyorum.


"Doğum ve ölüm arasındaki yaşam denen yolculukta, hiç ölmeyecekmiş gibi hırslarla dolan ve yolunu şaşıran insanoğluna Mevlana'nın ışığı yol gösteriyor"

20 Aralık 2007 Perşembe

Eve Gelen Yalnız Çocuk

"Bir gün bir gün bir çocuk eve de gelmiş kimse yok"


Bir çocuk için en güzel anlardan biridir..Küçük Burcu eve gelir okuldan... Anne-baba iştedir... Çantayı fırlatıp atamaz çünkü anne kırabilir kafasını... Güzelce koyar yatağının ucuna çantayı... İçinde büyük bir heyecan vardır sanki bir partiye falan katılacak gibi... Çıkartır siyah önlüğünü asar askıya... Çünkü hep öyle alıştırılmıştır. "askıya asssssssss" denilerekten... Giyilir pijamalar... Oh! mis! Koccaman ev (!) [Tabii ona göre öyledir] artık ona aittir... At koşturabilir... Hemen ilk iş eller yıkanır... Doğruuu annenin odasına... Aynanın önündeki pufa oturulur... Saçlar büyük fırçayla taranır... Biraz ruj sürülür... Hep kırmızıdır bunun rengi... Şarkı söylenir elde fırça ile... Sonra yatak başındaki dolap açılır annenin eşyaları başlanır didiklenmeye... O eski püskü eşyalar Burcu'ya hazineymiş gibi gelir... Çıkartılır annenin nişan elbisesi... Kırmızı kolları yırtmaçlı uzun bir gece elbisesi... Pijamalar sıbıtılır, elbise giyilir muntazam... Gelinlik eldivenleri çıkartılır... Giyilir parmakları sarkar eldivenlerin... Sonra saate bakılır "hah! daha var gelmelerine" Sırada saçlar vardır... Hemen eski duvak bulunur tokalarla değişik bir model yapılır... Ayakkabılar aranır, saklanıldığı yerden çıkartılır. Giyilir... Artık Burcu elinde mikrafon, "kimler geldiiiiiiiiiiiiiiiiii, kimlerrrrr geçtiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii" yi söylemeye koyulur... Sonra sıra " sen ağlamaaaaaaaa, dayanamammmmmmmmmmmmmmm" a gelir... Onu da söyler... Göz ucu ile saate bakılır... Bir telaş her şey eski yerine konur... Pijamalar giyilir... Mutfağa gidilir..


"açmış bakmış dolabı şeker de sanmış ilacı"


Bu çocuk asla ilacı şeker sanamaz... Çünkü eve şeker girmesi yasaktır... Öyle bir lüksü de yoktur... Yasaktır... Çünkü büyük tembih almıştır... Zaten merakı da yoktur... Yoksa annesi kafasını kırabilir [x2]... Bunun yerine küçük Burcu dolabı açıp onun için sabah hazırlanmış yumurta-zeytin-peynir-tostu vs çıkartır... Yumurtaları ve zeytinleri gazete kağıdına sarar... Çöpe yollar... Peyniri kanepenin arkasına atar... Tostu yer (yoksa geberebilir açlıktan sabaha kadar)..."OHHH! bu işte bitti..."


Son olarak defterleri kitapları ve dergisini çalışma sehpasına serer... Silgiyle boş sayfaya çizdiği abuk şeyleri siler... Sehpa pislenir... Çok ders çalışılmış gibi :)) Nihayet bu da bitti...


Televizyon açılır bu hususta... AHA! Susam sokağı başlamış bile... Minik kuş kırpıkla kalemler hakında konuşuyor... Bu büyük kalem, bu biraz daha büyük kalem, bu ennnn büyük kalemm"...

Kapı çalar... Koşularaktan kapıya gidilir.. "KİM O?" seramonisi başlar... Gelen annedir... Anne kişisi yapılanların hiçbirini yememiştir.... Herşey ayna gibi meydandadır... Malını iyi tanımaktadır.... Ama çok eğlenmiştir Burcu... Taaaki 1 yıl sonrasına kadar... Küçük bir kardeş gelmiştir 8 yılın ardından... Artık anne hep evdedir... Ve her gün o yumurta bitmek zorundadır... Ders yapılmalıdır... Ve bir de bebek ağlaması çekilmelidir..


Ps: 19 yıldır yumurta yemiyorum... OH!! canıma değsin... Bu kadar iğrenmişim demek ki...




Aklıma geldi öylesine...

Herkese iyi bayramlar dilerim.


17 Aralık 2007 Pazartesi

Dünya'nın en Ünlü Kişisi

Öyle uzun bir es verdim ki bu tek kelimelik mim için. İnanamazsınız.

Tansu Günay’ın fırlattığı topu Osman S. Börütecene kaparak bir üçlük sallamış... Ve top kucağıma düşmüş. Ben de baştan belirtiyorum ki topu Okan’a atacağım. Şimdiden belirtmekte fayda görüyorum.

Çatttt diye soruyor; “sizce dünyanın en ünlü insanı kim?” Hadi bakalım.... Yaaaa.. Kalıverdiniz tabi di mi?

Bunun için aynı soruyu işyerinde çoğu kişiye sordum. Kimi Bill Gates dedi, kimi George bush dedi, Pamela Anderson diyen bile vardı. Ben ise eve geldiğimde buldum o ünlü kişiyi. Kim mi?

Santa Claus... Yani bildiğimiz Noel baba... Bir rivayete göre de Aziz Nicholas... Hani şu Antalya'da tapınağı bulunan Oğlak burcu olduğuna kanaat getirilmiş kişi. Kaynakta şu şekilde belirtilir kendileri;

"Noel Baba dünya çapında daha çok sevilmiş ve Santa Claus isminin yerini almıştır. Örnek olarak "Santa" yerine İtalya`da "Babbo Natale", Brezilya`da "Papai Noel", Çek Cumhuriyeti`nde "Deda Mráz", Portekiz`de "Pai Natal", Romanya`da "Moş Crăciun", Almanya`da "Weihnachtsmann", İrlanda`da "Daidí na Nollag", Fransa`da "Le Père Noël", İspanya ve Meksika`da "Papa Noel", Türkiye`de "Noel Baba" olmak üzere farklı isimler kullanılır.

Hikaye Türkiye doğumlu tarihsel bir figür olan psikopos Saint Nicholas`ın (Nikola) fakirlere hediye dağıtmasına dayanır. Bilinen en meşhur yardımı da, üç kızı olan bir babayla arasında geçenlerdir. Bu olayın 320'li yıllarda gerçekleştiğine inanılır. Fakir bir baba kızlarına çeyiz parası karşılayacak durumu yoktur, bu yüzden hiçbir erkek onlarla evlenmek istemez. Böyle bir durumda da kötü yola düşmek zorunda kalabilirler. Oldukça eğitimli ve zengin bir aileden gelen Nikola da üç kızı için üç külçe altını geceleyin gizlice fakir adamın penceresinden içeri atar. Hikayenin bu noktada birçok versiyonları mevcuttur.Bu üç külçe altının 3 gün arayla ya da 3 yıl ard arda atılması ile ilgili; ancak sonu aynıdır. Fakir adam çıkıp kendisini görünce şaşırır ve o'na teşekkür eder; bir rahip olan Nikola da "Bana değil, Tanrı'ya teşekkür et." der. Bu olayın ortaya çıkmasından sonra, o yörede birçok gizlice yapılan yardımların aslında Nikola tarafından yapıldığı anlaşılır. Nikola'nın ölümünden sonra da yöre halkı birbirlerine gizlice hediye vermeye başlarlar ve bir gelenek oluşur."

Sanırım kendisine inanmayanımız varsa da bilmenimiz yoktur.

13 Aralık 2007 Perşembe

Büyü, paranoya ve bizim çocuklar

Bu gece yatarken "çok uykum var, yarın tatil olsa da ben uyusam öğlene kadar" diye geçirmiştim içimden. Saat 0400'da kalktım. Uyku bana hiç adil davranmıyor. Sanırım kafamdaki deney farelerinin birinin kuyruğu diğerine çarptı... Yoksa daha ne ola ki? Bir süre evin seslerini dinledim. Bir ayak sesi ve kapı altından odaya doğru giren bir hışırtı sesi hayal ettim. Buna istinaden günaydın Dünya.

Astroloji beni çok eğlendiren bir dal. Bulmaca çözmek gibi. Yeni bir şeyler keşfetmek, her bir kişinin doğum saatine göre başka davranışlar ve alışkanlıklara sahip olması. Buna göre insanlar arasındaki iletişim. Ciddi eğlenceli... Mesela ben bu yıl [2008] İkizler burcu ile iyi anlaşacakmışım... -Ki asıl konumuz asla bu değil. Konu aşağıda...

Geçenlerde internette bir siteye denk geldim. Sitenin ismini vermek istemiyorum. Çünkü böylesine delisaçması bir olaydan haberiniz olsun istemiyorum. Konu site bir blog. Astroloji ile ilgili. Haftalık burç yorumu vs... Fakat işin alındaki çok daha farklı. Burası büyü okulu. Bildiğiniz okul gibi... Seminerler... Etüdler falan. Aylara göre seminerleri ve büyüleri var. Mesela geçen ay belli bir tarihte bir mekanda belli bir ücret karşılığı 1 saat süreyle verilmiş bir "Jüpiter [şans çağırma] büyüsü semineri" düzenlenmiş. Venüs [aşk ve çekicilik kazanma] büyüsü diye de bir şey varmış dediklerine göre. Bir çok okuyucu yorumu ise özendirici bir şekilde gözümüze gözümüze sokulmuş. "Büyüden sonra şöyle oldu böyle oldu" falan diye. Arkadaşlar bu bir oyun değil. Benim düşünceme göre büyü gerçeklik üstüne sürülmüş büyük bir kandırmaca. Yani katı yağ... Evet büyü gerçek bir olay. Mesela; sizi sevmeyen bir adama büyüyü çakıyorsunuz. Adam size dörtnala, beyaz atıyla koşturuyor... Neyse oh ne ala alıyor sizi bir sevinç... Yahu insan hiç düşünmez mi şimdi bu adam beni gerçekten mi seviyor diye... Bu hoş bir şey değil... İnsanın psikolojisini mahverder gelecek günlerde... Paranoyaları ser yere seç beğen al sonrasında... Haydi ben bunu geçtim. Kişinin kendi seçimidir. Bir de bu seminer bilmem ne yoga salonunda yapılacakmış. Yoga salonu ve büyü semineri... Yoga ve büyü... Anladınız mı çelişkiyi... Kimisi meditasyonla kendisi ile yüzleşerek, belki acı çekerek bir şeyleri yoluna koymaya çalışırken; bir diğeri al bu para... Kurbağa bacağını ve balina ciğeri yağını da unutmadan ekle diyerek amacına ulaşmakta... Hayır hayır bu hiç adil değil... Sonuç olarak bu konudan bahsetme gereği duydum fakat yapanları suçlayıcı bir tavrım yok asla... Herkes istediğini yapmakta özgür. Ben adalet tarafına takılmış vaziyetteyim son 3 gündür.

Ha adalet demişken; aklıma şirket yıl sonu balosu geldi... Bak sen allahın işine... Buna istinaden bu yl ki müthiş eurovision temsilcimiz Mor Ve Ötesi şarkısı "Şirket"'i armağan etmeyi bir borç biliyorum.



maske takmadan üstüme gelmek zor muydu?
adı olmayanların sesi de yok mu?
Saygılarımla.

12 Aralık 2007 Çarşamba

Bir Günün Ardından

1- Bugün Eda ile telefonda konuştuk ilk kez. Hatta tükürük saça saça... Yarıştık resmen laf yetiştirmek için birbirimize... Aynı ben yahuu daha ne diyim ki

2- Ekşi sözlük’te ilk gotumuzegirebilir uyarımı aldım. İki adım geri çekildim. Aman diyim. Siper aldım. Beklemedeyim.

3- Bugün ilk kez “acele bacı” diye birinden haberdar oldum. Annem ve muhteşem arkadaşlarının son trendi olan bu bacımız için helva kavruluyormuş. Konu bacımız için kadınlar dileği olan kişinin evinde helva kavururlar ve eve gelen her misafir bir kez kaşıkla bu helvayı karıştırır. Dua okurlar. Ve dua "acele bacı acele bacı kızıma koca ver", "ev ver" "araba ver" vs... diye biter. İlk duyduğunuzda inanılmaz komik gelir kulağa fakat bu töreni görmeniz daha da komiktir. Bunu da öğrendik nihayetinde....

4- Dün gece Mutluluk filmini izledim nihayet. gül yüzlü NamallarınÖzgü'yü gördük, hayran olduk. Aldığı ödülleri gani gani helal ettik.
Genelde bir şeyin modası geçtikten sonra dadanırım. Ve dün gece iyi ki de öyle yapmışım dedim. Kalbimdeki güvercin bir sağa bir sola kıvrandı sonra da doğru yolu buldu... Ama ağladım mı , ne yalan söyleyeyim ağladım. Dedim; "iyi ki ben burda doğmuşum. İyi ki ben benmiş" Dedim mi gerçekten? Dedim.


5- Sevgili iş yerim bir iyilik yaptı ve hepimize para verdi. Günün en şahane anıydı bu... Herkeste bir gülümseme, bir moral falan.

6- İlk kez blog hakkında bir eleştiri aldım. Dikkate alarak mutlu olduğum anlarda da yazmaya özen göstereceğim.

7- En önemlisi de Hülya Avşar saçlarını kestirmiş. Çok güzel olmuş...

8- Başak'tan çok çok güzel iki haber aldım. ODTÜ'de ki yeni görevinde başarılar dilerim şekerim. Ayrıca sevdiceğinle de bir ömür boyu mutlu olmanı...

Yeni bir gün başlayacak, e güzel bir şey tabi...

8 Aralık 2007 Cumartesi

Darısı başımıza hepimizin

İlkem ile Gülden'i evlendirdik bu gece. Çok güzel bir geceydi ortam şahane gelin ve damat çok güzeldi. Darısı dans seramonisinde masada yalnız başına şarap içenlere inşallah.

Öyle çakırkeyifim ki evlilik hakkında ahkam kesemeyeceğim cidden.

4 Aralık 2007 Salı

Aradığın Neyse, Seni Bekleyen de Odur

Bizim ofisin bayanlar tuvaleti kapısı yanında asılı panoda yazılıydı bu cümle. Bir Mevlana söylemi. Aylardır bulmaya çalıştığım cümle buydu belki de. Ya da Mevlana'nın kafamdakileri toparlamış ve bize sunmuş hali. Bir çok paragrafın bir özeti gibi; hepimizi anlatan.

2 Aralık 2007 Pazar

Kalbi Camdan Kadının Ağıdı

Beni tanıyanlar (fazla olmasalar da) bilirler ki Şebnem Ferah'ı çok severim. Yeri ayrıdır, böyle de olacaktır. Günlük net gezintim sırasında 10 Mart 2007 İstanbul Konserine denk geldim. Ve yapılmasının yanlış olduğunu bildiğim halde albümü indirdim. Bunun nasıl bir ziyafet, nasıl bir devinim ve nasıl bir minnet olduğunu bilemezsiniz.


1. Intro 2. Okyanus 3. Can Kırıklar 4. Çakıl Taşları 5. Delgeç 6. Ay 7. Ben Şarkımı Söylerken 8. Babam, Oğlum 9. Mayın Tarlası 10. Iyi - Kötü (Dans Pisti) 11. Sigara 12. Dünya

1. Cd için buraya Tıkla

1. Bugün 2. Sil Baştan 3. Oyunun Sonu 4. Yağmurlar 5. Deli Kızım Uyan 6. Yeniden Doğup Gelsem 7. Ben Bir Mülteciyim 8. Fırtına 9. Hoşçakal 10. Vazgeçtim Dünyadan 11. Bu Aşk Fazla Sana

2.Cd için buraya Tıkla

Zencefilli Pekmezli Kurabiye Ev

1300 itibari ile başlamış olduğum uykuma an itibari ile son verdim. Sağlam uyumuşum anlaşılan. Uykuyu gezip tozmaya tercih ettiğim için kendimle gurur duydum açıkçası. Saat sabah 0500, bu saatte ne yapılır diye kara kara düşünüyorum. Bir fincan kahve yaptım, bir adet eti puf aldım yanıma. Harem Suare ve Cahil Periler isimli muhteşem Ferzan Özpetek filmleri başucumda. Hangisini izlesem diye düşünmekteyim. Karşı Pencere filmini kime verdim hatırlamasam da "olsa da izlesem" geçti içimden. Sanırım Harem Suare'de karar kıldım. Daha renkli ve can yakan bir konusu var çünkü.

Günün haberi;

Devletşah yemek.name sitesinde yaptığım yorum üzerine bana mail atmış. Çok sevindim. Onu güldürmüş olmaktan da mutlu oldum. Yemek.name dergisinin Aralık ayı sayısını heyecanla bekliyorduk ve nihayet çıktı. Diyorum ki; dergiyi haftalık yayınlasınlar. Bir ay uzun bir süre :) Dergiyi bu ay boyunca aşağıdaki bannerdan ve sağ alt köşedekinden indirebilirsiniz. Mideniz aç ise dergiye bakmak için acele etemenizi önce gidip bir şeyler atıştırmanızı tavsiye ediyorum. Biri çıkıp da benim gibi yemek yemekten ve yapmaktan anlamayan biri için "Zencefilli pekmezli kurabiye ev"'den yapsa inanın ki çok sevaba girecektir. Tarif derginin içerisinde saklı. Evet!, anne aslında seni kastediyorum.

Yemek dergisi Yemek.Name'yi indirmek için tıklayın

Saygılar. İyi sabahlar dilerim.