28 Şubat 2008 Perşembe

Deli

Geçenlerde bir deli bana aynen şöyle dedi;

"İş hayatımız yaşamımızın tümü değil. Bu yüzden kendini strese sokmaya da gerek yok. Sana ait olan hayat 18:00'da başlar. Daha öncesinde kendini yıpratmaya değmez. Rahat ol, dakika say."

İki gün bunu düşündüm. Bana inanılmaz mantıklı geldi. Yani işyerindeki yersiz ego tatminleri, yok ben şuna laf geçirdim, göt oldu afedersin kaldı. Maile cevap veremedi vs... Yada hesap sormalar şu bu bokpüsür.... Öyle gereksiz ki bunların tümü.... Sanki ben bu deliyi bekliyormuşum diye düşündüm. O günden bu yana rahatım yerinde.. Akıl sağlığım performans rekoru kırıyor ve ben saat 18:00'dan sonra ne yapsam diye mutlu mesut düşünüyorum. Tabii herkesin delisi ayrıdır. Mesela ben Yiğit Özgür'ün şu delisine de hastayım.


22 Şubat 2008 Cuma

Bugün Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir gün

Bugün Türkiye Cumhuriyeti için gerçekten önemli bir gün. Irak sınırını geçerek sonu olmayan saçma bir savaşa başladık. Bu bir!! İkincisi Abdullah Gül sıkmabaşları üniversitelere soktu. bu da iki !! Nette bu konuyla ilgili haberleri okurken Emin Çölaşan'ın "Cumhurbaşkanınız!!!" başlıklı yazısına denk geldim. Hepberaber okuyalım.

"Şu anda Çankaya’da oturan zat, oraya MHP’nin AKP’ye stepne olmasıyla, yol vermesiyle ve “Dindar Cumhurbaşkanı” kimliği ile çıkmıştı. Rüyasında görse hayra yormayacağı devlet kuşunu da onun başına MHP kondurmuştu. Ancak konumuz bu değil.

Devletin başında bulunan; Cumhuriyet rejiminin ilkelerini korumakla yükümlü olan Abdullah Gül isimli bu zat, yakın geçmişte acaba neler söylüyordu? Cumhuriyet rejiminin ilkeleri, özellikle laiklik, kendisine hangi ölçüde emanet edilebilir? Bu soruların yanıtlarını onun ağzından dinleyelim. Elimde ‘’Türkiye’nin Milli Bütünlüğü ve Güvenliği’’ isimli bir kitap var. Yakın geçmişte düzenlenen bir seminerdeki konuşmalar banttan çözülmüş ve kitap olarak basılmış. Konuşmacılardan biri de Abdullah Gül. Yani bugünkü Cumhurbaşkanı. O günlerde Refah Partisi milletvekili. Necmettin Erbakan hocasının emrinde ve hizmetinde.

NASIL BİR SİSTEM ?

Şimdi bu kitaptan, yani kendisinin sözlerinden alıntılar yapalım. Bakalım Beyefendi ne inciler döktürmekle meşgulmüş: “Bugün Türkiye’de bir sistem bunalımı var. Kendi bünyesine uygun düşmeyen, kendi değerlerine zıt ve zoraki uygulanmaya çalışılan ve halka zorla diretilen bir sistem.” (Yani laik Cumhuriyet rejimi.) “Halkına zıt, halkı ile barışık olmayan, ona düşman bir sistem bu sistemdir ki...70 senedir böyle bir sistem içerisindeyiz doğrusu...” “Türkiye’nin bu resmi ideolojisinin tabii karakterleri, bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik adı altında. Ama bu milletin halkı bir araya gelip de biz devletçi olalım, laik olalım, milliyetçi olalım diye böyle bir karar vermemişler. Bu ilkeler hep bu halka bir zorlatma şeklinde dayatılmış...”

BU NASIL BENZETME?

Konuşmasının bir yerinde çok ilginç bir keşfini (!) daha anlatıyor:

“Türkiye’nin bir Irak’a, Libya’ya benzeyen çok yanları var. Neden? Aynı TEK ADAM pozisyonu. Bugün gidin Irak’ta, Libya’da, Suriye’de de tek insanın resimleri vardır her yerde. Tek insanların heykelleri vardır”. (Atatürk’ten söz ediyor ve Atatürk’ü Saddam, Kaddafi, Esad gibi hırsız soytarılarla, katillerle kıyaslamaya kalkışıyor.)

“Milliyetçilik öyle olmuş ki, Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela ‘NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE’ lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür...Bu laflar aslında Türkiye’nin bütün insanları İSLAM KARDEŞLİĞİ altında toplayan bütünlüğünü tehdit eder anlama gelmiştir.”

Atatürk’ün sözünü aşağılamaya yeltenen, bunu ilkellik olarak gören, tarih bilgisinden yoksun şahıs şimdi Cumhurbaşkanı! Beyefendi devam ediyor: “Şimdi ne gariptir ki, seyahat ederseniz Doğu ve Orta Anadolu’ya geldikçe ‘ÖNCE VATAN’ yazdığını görürsünüz, batıya gittiğinizde ise hiç rastlamazsınız bunlara. Yani bunlar tek parti devrinden kalan ve zorla, halkın kendi inanç değerleriyle bütünleşmeyen bir dünya sistemini halka zorla kabul ettirmektir.” (İnsaf yahu!)

HANGİSİNE İNANALIM

Sonra laiklik ilkesinden dem vurmaya başlıyor! “Şu da bir gerçek ki, en kalıcı ve birleştirici unsur DİN olmuştur. Ama Türkiye’deki resmi ideoloji tarafından devamlı tehdit altına alınmış. Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en ziyade tahribatı vermiş olan, sistemin ilkelerinden birisi de LAİKLİK ilkesidir. LAİKLİK olayıdır.” (Cumhurbaşkanı olurken laikliği koruyacağına namusu üzerine yemin eden zat, geçmişte böyle buyuruyor. Hangisine inanacağız, geçmişteki sözlerine mi, namus yeminine mi?)

Devam ediyor: “Din düşmanlığını esas alan ve hukuk tanımayan uygulama, İslam inancı ve ahlakıyla yoğrulmuş olan halkımızı da tabii dışlamıştır.”

Sözlerinin bu bölümünü özellikle askerlerin okuması gerekiyor:

“Dindar olan bir subaya siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, onu çeşitli dolaylı yollarla bunu açıkça söylemeden onu eğer saf dışı ediyorsanız, sanki safra atar gibi, sanki ajan yakalamış gibi onları eğer ayıklıyorsanız, siz o zaman bu ülkenin bütünlüğünü, devamını nasıl temin edersiniz?”

Bay Abdullah Gül, konuşmasında üniversitedeki sıkmabaşlara da değinmeyi ihmal etmiyor: “Üniversitelerde bugünkü durum. Şimdi siz bunu hangi demokrasiyle, hangi hukuk nizamıyla, hangi insan haklarıyla bağdaştırabilirsiniz? Sadece kılık kıyafetinden dolayı, sadece dini inançlarından dolayı üniversite kapılarından geri çevrilen, diplomaları verilmeyen bir sürü Türkiye’nin genç kızları...”

Bu arkadaş, birkaç yıl önce karısı üniversiteye sıkmabaşla alınmayınca, Türk devletini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava edip tazminat istemiş, ancak Mahkeme bu davaları reddetmeye başlayınca, karısı adına açılan davayı geri çektirmek zorunda kalmıştı! Bakalım, şimdi sıkmabaş konusunda yapılan Anayasa değişikliğine onay verecek mi, vermeyecek mi ?

CUMHURİYET REJİMİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepesindeki kişi, Cumhuriyet rejimine bağlı olmak ve ilkelerini korumakla yükümlüdür. Ancak yukarıda sözün ettiğim konuşmasında, İkinci Cumhuriyet’ten ve daha da ötesi, tarihin karanlığına gömülmüş olan Osmanlılıktan söz etmektedir.

“Bu açıdan İkinci Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum.”

Osmanlıcılıktan söz edebilen, bu kavramların gündeme gelmesinden mutlu olduğunu söyleyen bir Cumhurbaşkanı! Bu şahıs geçmişte söylediklerinin bugün de arkasında ise o makamda oturamaz. Yok eğer o makama oturmadan önce namus ve şerefi üzerine ettiği yemin geçerli ise, mutlaka bir açıklama yapmalı ve “Hiç kimse endişe etmesin, ben artık değiştim. O sözlerim değil, yeminim geçerlidir” demelidir.

Der mi? Demez, diyemez. Derse inanır mıyız? İnanmayız. Hiç kimse inanmaz! Gazeteciler kendisine bu soruları sorabilir mi? Soramaz... Çünkü Abdullah Bey bocalar, sonra medya patronu bozulur, bunu soran gazeteci fırça yer! İşin şakası yok.

Çankaya’daki tablo çok vahim. Beyninde laiklik karşıtlığı, İkinci Cumhuriyet, Osmanlılık gibi kavramları taşıyan, siyasetini ve yaşamını bunlar üzerine oturtan, Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü ilkellik olarak gören biri o makamda –değiştiğini kanıtlayana kadar- oturamaz.

Başta CHP olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlar bu konuyu ve Çankaya’da kimin oturmakta olduğunu dibine kadar irdelemeli, sürekli gündemde tutmalıdır.

GazetePort

Çocuk hakları kulübü

20 Şubat haftası Uykusuz'unu okurken Fırat Budacı'nın "Bişeyler Duydum" köşesinde ki haber dikkatimi çekti. Paylaşmak istedim;

"Türkiye'de 6 milyon'un üzerinde çocuk işçi, 6 bin sokak çocuğu, 800 bin kimsesiz, 35 bin madde bağımlısı, 1 milyon 100 bin engelli ve sayısını bilmediğimiz fiziksel, cinsel, duygusal istismara uğramış çocuk yaşıyor. Üniversite öğrencileri tarafından kurulmuş Çocuk Hakları Kulübü'nün çocuk istismarı'nı engellemeye yönelik çalışmalarına destek vermek için http://www.cocukhaklarikulubu.org/ sitesini ziyaret edebilirsiniz."

21 Şubat 2008 Perşembe

20 Şubat 2008 Çarşamba

En Şahane Kahraman


Daha önce de bahsetmiştim Fırat'tan. Uğur Gürsoy'un yarattığı karakter Fırat; taşıdığı kendi kadar ekmeği ve vazgeçemediği teli ile beni en çok güldüren çocuk.

Her çarşamba günü sarfettiği tek bir cümleyle çığır açar bu velet ve inanr mısınız Facebook'ta şu sıra tam 2,605 fanı var. Her hafta Uykusuz'la bedava =)



İnanmıyorsan işte burda

18 Şubat 2008 Pazartesi

Yeniden Doğup Gelsem !!!

... yeniden doğup geldiğimi bilerek, aynı bedende aynı zeka seviyesiyle yine ailemin kucağına konmak isterdim.... Yaptığım hataları yinelemeden ilerlerdim... Hem düşünsenize ne çok eğlenceli olurdu yaşadığın anları tekrardan yaşamak yine ben olarak... Güzel bir mimdi Aylin teşekkür ederim :)

15 Şubat 2008 Cuma

14 Şubat 2008 Perşembe

Aslı'nın Can'ı

09 Şubat 2008 günü Can bebek aramıza katıldı... Annesine ve babasına baktığımda dünyanın en şanslı çocuklarından biri olduğunu anlamak hiç de zor değil benim için. Umarım Dünya onun için çok güzel bir mekân olur.


8 Şubat 2008 Cuma

Erir dedi doktor, Depresyon kar gibi

Güzel günler geçirdik, her yer günlük güneşlik... Yarım yamalak seviştik, henüz çok gençtik öğrenciydik mutluyduk... Filan falan... Yerde kalmış vicdan izleri arasından... Öldürmedim bak kendimi... Bu kalp acısı dedikleri dünyanın sonu değilmiş meğer... Devam ettim koşmaya, yalın ayakla... Henüz onlar bunları bilmiyor....


Sen yoksun yüzüm gülmüyor... Henüz onlar bunları bilmiyor... Sen yoksun böyle olmuyor... Yalnızca kastettim öldürmeye geçmişi... Hiç bir iz bırakmadan çekip de gitmeyi... Herkesin gözü önünde azettirdim kendimi... Erir dedi doktor, depresyon kar gibi... Öldürmedim bak kendimi... Bu kalp acısı dedikleri dünyanın sonu değilmiş meğer... Devam ettim koşmaya, yalın ayakla....


Cenk Taner uğradı bu sabah bana.... Tam da karın ağrılarıma ilaç olmak için.... Biliyorum bunu...

7 Şubat 2008 Perşembe

Bak Sen Lost'a !!

Haber Türk'te çıkan çok güzel bir röportaj bir çok lost tutkununa nefesini tutturmuştur.
Yani bana :)

Yapımcıları carlton cuse ve damon lindelof ile yapılan bir röportaj.
Lost'u çekmek için neden Hawaii'yi seçtiniz?
CC: Dizinin ortamı en az karakterler kadar önemliydi. Birçok seçeneği gözden geçirdikten sonra Hawaii en iyi seçenek gibi gözüktü. Muhteşem güzellikte bir yer ve diziyi çekebilmemiz için lojistik gereklilikleri yerine getirilebilecek kadar da yakın.
Diziyi fantastik katagorisine sokmadan dram olarak devam ettirmek ince bir iş. Bunu nasıl beceriyorsunuz?
DL: Çok çok dikkat ederek.
Dizinin nasıl sona ereceğini biliyor musunuz? Bu son en baştan beri planlanan konsepte uyuyor mu?
DL: Biz finali hep biliyorduk, sadece o noktaya gelene kadar ne kadar zaman geçmesi gerektiğinden emin değildik. Hikayenin akışına göre sonu çok uygun.
Kalan 48 bölümü sonunun nereye gittiğini bilerek çekmek çok heycanlı. Gizemli jacob'ı kimin oynayacağını biliyor musunuz? Bir de locke'un jacob'la karşılaştığı sahneden önce jacob'un görünüğü bir sahne oldu mu hiç?
CC: Evet, john'un nasıl görüneceğini biliyoruz. Yanıtımdaki 'görünmek' sözcüğüne dikkat edin! Hayır, locke'la karşılaşmasından önce jacob'u hiç görmediniz. Bazı karakterler için locke, rousseau, hume gibi isimleri seçmenizin bir anlamı var mı?
DL: Evet hepsi de Carlton'un bowling takımından arkadaşlarının adları. Ha, bir de fikirlerini çalıp dizide kullandığımız dünyaca ünlü felsefecilerinin isimleri.
4,8,15,16,23,42... Bu numaraların ne anlama geldiğini bir gün öğrenebilecek miyiz?
CC: 16 ve 23'ün anlamlarını açıklayabiliriz. Ama 4,8 ve 4'yi açıklama konusunda büyük bir ikilem yaşıyoruz.
Kadın karakterler kendi başlarına bir bütün görünüyor ve inandırıcı olmak için erkek karakterlere ihtiyaçları yok. İlk baştan beri böyle bir şey mi planladınız yoksa dizi ilerledikçe mi böyle gelişti?
DL: Tamamen planlı. Carlton ve ben bunu böyle yapmasaydık eşlerimiz bize çok kızardı. Şaka bir yana, harika kadın oyuncularla çalışıyoruz. Bireysellik ve güçlü olmak oyuncu seçmelerinde aradığımız özellikler. Elizabeth Mitchell'ın juliet seçmeleri için geldiği andan itibaren diziyi sallayacağını anlamıştık. Bu karakterin gelişimini takip etmek bile 3'üncü sezonu tekrar izlemek için iyi bir neden olabilir.
Adanın sırrı, adadaki herkesin orada olabilmek için bir bedel ödemesi gerektiği mi?
CC: Evet, bu bedelin ücreti de 3 dolar 95 sent. Şaka bir yana, dizi tamamen bedel ödeme üzerine. Bu adadaki tüm karakterler geçmişteki hatalarıyla yüzleşiyor ve duygusal yapılarını oluşturan öze dönüyorlar.
Üçüncü sezonun sonundaki tabutta daha önce gördüğümüz biri mi var?
CC: Evet
Üçüncü sezonu çekerken en çok nerede zorlandınız?
CC: Sualtı izleme istasyonu sahnelerinde. Gerçek bir su tankı ve yepyeni bir set inşa ettik. Bir sürü de özel efekt.
Bu projede kaç kişi çalışıyor? ilk başladığınızda da bu kadar mıydınız sonra çoğaldınız mı?
CC: Lost için yaklaşık 500 kişi çalışıyor. Ekipte önemli miktarda değişme oldu. 400 kişi Hawaii'de, 100 kişide La'de çalışıyor. Burada, La'de yazıyoruz, düzeltiyoruz, oyuncu seçiyoruz ve tüm montajı gerçekleştiriyoruz. Çekimlerin ise tamamı Hawaii'de yapılıyor.
Üçüncü sezon birçok soruya yanıt verdiğine ve bir yandan da yeni sorular sorduğuna göre, dördüncü sezondan ne beklemeliyiz?
DL: Sorulara cevap vermesini ve yeni sorular sormasını... Dördüncü sezon birçok açıdan yepyeni bir dizi olacak. Yaptığımız iş bizi çok heycanlandırıyor ve her bölümde sezon finali kadar sürpriz olacak.dizinin hakkında fikir tartışması yapan birçok hayranı var, hiç bu fikirleri kullandınız mı?
CC: Evet. Sizin de bir fikriniz var mı?
Niki ve Paolo, diziyi izleyeler hoşlanmadığı için mi öldüler yoksa onlardan o şekilde kurtulmak müthiş derecede 'cool' olduğu için mi ölürdünüz? (nikki ve paolo, hikayelerini sonradan öğrendiğimiz bir çiftti. Bir takım entrikalar sonucu beş saat süresince felç eden bir örümcekle birbirlerini zehirlemişler ve arkadasları tarafından ölü sanılarak gömülmüşlerdi)
CC: Her ikisi de!
Niçin Paulo ve Nikki karakterlerini yarattınız? Neden öldüler?
CC: İnsanlar kumsalda takılan öteki karakterleri sormaya başladılar. Onları tanıyacak mıyız falan diye. Biz de kalabalığın arasından Nikki ve Paulo'yu çıkardık. Ama biz bunu yapar yapmaz izleyiciler sinirlendi. Ana karakterlerin zamanından çalmakla suçlandık.biz de izleyenler ne derse o olur diyip ikisinide diri diri gömdük.
Bu sezonda 'flashforward'lar (ileri zamana gidiş) çok olacak mı yoksa kimin hayatta kalacağı ile ilgili fazla ipucu vereceği için kaçınacak mısnız?
CC: Dördüncü sezonda da flash-forward'lar olacak ama bu sahnelerin dizinin sonunu gösterdiğini düşünmek yanlış olur.
Michael bu sezon geri dönüyorsa, fiziksel bir walt mu göreceğiz yoksa bir hayalet mi? Yoksa walt'u oynayan malcolm çok mu büyüdü?
DL: Micheal kesinlikle geri dönüyor. Malcolm'un diziyi çekme hızımızdan daha hızlı büyüyeceğini biliyorduk. Buna hazırlıklıyız. Bize güvenin. Lütfen bize güvenin.
Walt'la ilgili yarattığınız bunca beklentinin ardından soruyorum Onları bir daha görecek miyiz?
DL: Evet göreceksiniz ama sabırlı olmanız lazım, kusura bakmayın.
Hawaii fırtınaları hangi sıklıkla senaryoya giriyor?
DL: Çekebileceğimizde daha sık! Hawaii'den bizi arayıp"ciddi misiniz siz, yine mi yağmur,yine mi fırtına? Siz bizi öldüreceksiniz"diyorlar. Ama yağmurlu sahneler her zaman dramatiktir değilmi?
Jacob'ın kimliğinin açıklanması izleyiciye yanıtlar mı sunuyor yoksa yeni sorular mı?
CC: Jacob'un ortaya çıkışının sorulara yanıt verdiğini düşünüyorsanız, azınlıktasınız! Jacob'ın bir ismin ötesinde, bu noktada ortaya çıkması gerektiğini düşündük çünkü bundan sonra çok önemli olacak.
Üçüncü sezonun ilk yarısında dizinin hayranları yeterince yanıt vermediğiniz konusunda şikayetçiydi. Bu sizi endişelendirdi mi?
CC: Hayır, sezon sonunda doğru br denge kurduğumuzu düşünüyoruz. Dizinin her sezonunu bir kitap gibi görüyoruz. Bu kitapta verilmesi gereken yanıtların hepsi verildi.
Üçüncü sezonda birçok ana karakter öldü. Böyle bir kan gölünü sezononun başından mı planlamıştınız?
CC: O sezonun kahramanları 'diğerleri' idi. Sezon sonunda 'diğerleri'nin hikayelerini çözmemiz gerek diye düşündük. Büyük bir gürültü vaat ettik ve bu gürültünün iki taraf için de doğurduğu sonuçlar oldu.
Karakterlerinizin çoğu katıksız iyi yada kötü değiller. Locke ve Ben gibi karakterler dizideki esnekliğe izin veriyor?
CC: Bizim karakterlerimiz karmaşık bir yapıya sahip. Hem iyinin hem de kötünün aynı karakterde nasıl vücut bulduğunu ve ruhun karanlık tarafının üstesinden nasıl geldiğini keşfetmek bizim için ilginç bir deneyim.
Üç sezon süren 'flashback'lerden (geri dönüş) sonra, flash-forward'lerin başlaması kaçınılmaz mıydı? Flash-back fikirleriniz tükendi mi? artık hep flash -forward mı olacak,yoksa flash-back'ler de olacak mı?
DL: Kesinlikle kaçınılmazdı. Flashackler tamamen bitmiyor ama dizinin doğasını değiştirecek yeni bir şeye ihtiyacımız vardı. Flashback ve flashforward'ları karıştıracağız. Her hafta sadece kime değil, hangi zamanda odakalanacağımız konusu tam bir sürpriz olacak.
Hangi karakterin ölümü üçüncü sezonda sizin için kabul edilmesi en zor olandı?
DL: Charli'ye veda etmek inanılmaz zordu. Sezonun ana karakterlerden birinin ölümüyle sonlanması gerektiğini düşünüyorduk ve sezonun en başından itibaren bunu hazırlamaya başladık. Charlie'nin ölümünü yazmak bizim için çok sertti. Dom'un performansı ise bunu izlememizi bile zorlaştırdı. Onun ölümünün yankısı zaten dördüncü sezonun başlangıcında da yer alıyor.
Diziye serpiştirilmiş 'oz büyücüsü' referanslarından bahseder misiniz?
DL: 'Oz büyücüsü' ve tabiki 'Alice harikalar diyarında' lost'ta sık sık karşımıza çıkan temalar. İkisinin de konusu birden kendilerini fantastik bir dünyada bulan ve evlerine dönmeye çalışan gerçek insanlar üzerine. Bu referansları, (henry gale, beyaz tavşanlar, sıcak hav balonları) bizim hikayemize çok büyük etkisi olan klasiklere saygı duruşu olarak kullanıyoruz.
Adanın sırrını uzay zaman yolculuğuna dayandığını açıklaığınıza göre, Lost'ta çözülmemiş birçok olayın kabul edilebilir açıklamaları var gibi görünüyor. Niçin bu bilgiyi vermeye karar verdiniz?
CC: Abc/Disney diziyi bundan sonraki 48 bölüm içinde bitirmemize izin verdiğinde içinde ileri dönüşlerde olan yeni bir hikaye anlatım tarzına başlamamız gerekiyordu. Dizi bir mozaik gibi. Bugüne, geçmişe ve geleceğe ait parçalar var. Tüm parçalar yerine oturduğunda lost tamamlanmış olacak.
Kazazedeler kaç gündür adadalar? Eğer sezonlara göre gün hesabı yaparsak, hamile olan Sun üç sezon bitmeden ölmeyecek. Yani en azından adadaki hamile hastalığı yüzünden ölmeyecek.
DL: Üçüncü sezonun sonunda, kazazedeler yüz günden az bir zaman geçirmişti. Evet, Sun hakkındaki teoriniz doğru. Ama unutmayın,gelecek sezon belkide geleceğe atlıyor olabiliriz, her şey olabilir!
Charlie patlamada ölmediğine göre neden boğulacağına yüzeye doğru yüzerek kurtulmadı?
DL: İki nedeni var. Birincisi Desmond'ı kurtarmak için kapıyı kapamış olması. Mikhail'in patlattığı geçiş deliği charlie'nin geçemeyeceği kadar küçüktü. İkincisi ise, ne olursa olsun zaten öleceğini biliyordu, neden uğraşayım demiş olabilir o yüzden.
Zamanında yolculuk teorilerini mantığa uydurmak için bilim insanları ile çalışıyor musunuz?Yazarların dışında lost senaryolarının yazımında kim çalışıyor?
DL: Ne yazık ki bilim insanları bilimle çok meşgul olduğundan bizim sorunlarımızla uğraşmıyorlar. Dizide kullandığımız bilgilerin çoğu üzerine uzun araştırmalar yapılıyor. (öksürür gibi yapıp 'wikipedia' diyor...) zaman yolculuğuyla ilgili ise üçüncü sezonun dvd'sindeki 'orchid dharma orientation video'yu izlemenizi öeneririm.
Üçüncü sezonda kate ve jack birbirinden uzaklaştı. Ama son bölüm ilişkilerinin herzmankinden daha sağlam olduğunu gösterdi. Bunu bilerek mi yaptınız? Neden izleyenlerin, birlikte bir şansları olmadığını düşünmesine yol açtınız?
CC: Jack/kate/sawyer üçgeni uzun süre devam edecek bir şey! Hem kim demiş birlikte olma şansları yok diye!
Çok özel efekt kullanıyor musunuz?
CC: Dizinin tümünü hawaii'deki oahu adasında çekiyoruz. Honolulu'yu Irak, Paris, New york falan gibi göstermek için çok özel efekt gerekiyor.
Lost'taki son sahnenin ne olucağını biliyor musunuz?
CC: Evet biliyoruz,inanın ki siyah bir ekran değil.

1 Şubat 2008 Cuma

Yunusça

Kalktım. Hayır! sana kek yapmadım; kahve yaptım. Sabahın 4'ünde kendiliğinden kalkabilen bir bünyeye sahip olmak mahallenin müezzini olabilme avantajı sağlıyor bana... Hoca olabilirmişim nihayetinde. Aslında planım bu saatte kalktığıma göre sözlükte hazır kimseler yokken entry kasmaktı. Bu arada bilmiyorum farkında mıyım bugün 1 Şubat. Bu da karların yağıp bir gün sonra eridiği güne tekabul ediyor.

Kış aylarında dinlemeyi çok çok sevdiğim 657 'yi kanıma karıştırırdım kahveyle beraber. Çok kişinin bilmediği bu grup "Türkçe Progresif Rock yapan bir müzik gruptur. Grup üyelerinin tümü konservatuvarda hocadır. Adını tüm üyelerinin devlet memuru olması sebebiyle 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olmalarından alır.Müziklerinde opera formları kullanmışlardır. Grup Çatlak adlı albümüyle kariyerine başlamış olup, ikinci albümleri Bilseydik Yaşamazdık'ı çıkardıktan sonra çeşitli sebepler yüzünden 2004 yılında dağılma kararı almıştır."

Bu kısacık nottan sonra Çatlak albümünden Yunusça parçasını dinleyelim coşalım...



657' nin sizi daha da sarıp sarmalaması için albümlerini bir kez dinlemeniz yetecektir. Kahvenizi yudumlayın ve arkanıza yaslanın.

Tırnak içinde bilgi aha burdan alınmıştır