30 Nisan 2009 Perşembe

Caligula - Saralı Cumhur


Sular seller gibi okuyup bitirdiğim Caligula - Saralı Cumhur'un yazarı Yalçın Küçük'e bir kez daha saygı duyduğumu belirtir, kitabı okumanızı tavsiye ederim.

"Yalçın Küçük yeni kitabında Türkiye’yi anlamak için Roma’ya, Roma’yı anlamak için Türkiye’ye bakıyor. Hareket noktası cumhuriyet rejiminin çöküşü ve plütokratların cumhuriyeti yıkarak despotizmi getirmeleri. Kendi ifadesiyle “büyük zenginleri böyle bir rejim için Caligula ararken” yakalıyor ve hem Roma’daki hem de Türkiye’deki Caligula’ları deşifre ediyor." diyor tanıtım yazısında.

29 Nisan 2009 Çarşamba

Donna Diaspora

Nisan ayını Shantel 'den Donna Diaspora dinleyerek bitirip hareketli ve güneşli bir Mayıs'a girmek dileğiyle.

Aşk

*Spoiler
Bişnev! "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"


Yazdığı her kitap ile çok satan listelerinin ilk sırasında yer alan Elif Şafak'ın çok konuşulan kitabı Aşk; kişiyi yormayan ve başka bir dünyaya götüren bir kitap. Şems-i Tebrizi'nin Mevlana ile tanışması ve aralarındaki bağlılığı onların ağzından dinlediğimiz kitabın en güzel yanı Konya halkının bu sıradışı aşka bakış açısını anlatmasıydı esas olan. Kitap boyunca Şems'in ruhuna bürünebildiğiniz gibi, bir elbise gibi Rumi'yi, Sultan Veled'in, Kerra'nın, Aladdin'nin, Kimya'nın rolünü üstünüze giyebiliyorsunuz. Belki de Elif Şafak'ın yazım tarzını bu sebeple çok seviyorum.

Şems Konya'ya gidedururken diğer yandan günümüzde mutsuz bir evlilik yaşayan ve bunu bir şekilde kabullenmiş tipik Amerikalı ev hanımı Ella'nın hayatını değiştirmesini okuyoruz. Ella'nın sufizm ile tanışması yazar Zahara ile bir tesadüf eseri oluyor... Zahara'nın sonradan "hiçbir şey tesadüf değildir" demesini ise kitabı okudukça kavrıyoruz, belki de hak veriyoruz. Zamanla Ella'nın evini terketmesine, düzenini geç gelmiş aşk için değiştirmesine hak veriyoruz. Destekliyoruz onu sonuna kadar. Zahara'nın s-u-f-i harfleriyle kodladığı geçmiş hayatına adım atıyoruz bir süre... Nasıl Müslüman olduğuna ve başından geçenlere tanık oluyoruz. Ölmeden evvel ölmeyi nasıl öğrendiğini görüyoruz.

Okur 1240'lı yıllardan 2008'e savrulurken, karmakarışık Konya'da vakit geçirmeyi daha çok sevecek gibi hissediyorum. Çünkü daha evvel dediğim gibi bir çok karakteri bünyenize sığdırıyorsunuz. Bunlardan Sarhoş Süleyman'nın Şems'e bağlılığı, dergahtaki çırağın Şems'e olan hayranlığı ve herkesin sufi olamayacağı gerçeğini yansıtması, Baybars'ın örümcek bağlamış dar bakış açısı, Çöl gülü'nün pislik içindeki kerhanede kalbini temizleme çabası, Çakal Kafa'nın cinayet anındaki kararsızlığı, Dilenci Hasan'nın Rumi'yi çekmediği kahır ve eziyet için konuşup nutuk çektiği için suçlaması-ona kızması...Bu kişilerin mutlaka bir zaman Şems ile karşılaşarak "Gönlü geniş ve ruhu gezgin Sufi Meşreplilerin kırk kuralı"'ndan nasiplerini alması. Şems'in aslında bir araç, bir aracı olduğunu söylemeye çalışması kitabın en güçlü yanlarıydı. Elif Şafak'ın Araf'ta olduğu gibi ilk önce romanı İngilizce yazması ve bunu okura hissettirmemiş olması ise (-ki Araf beni bu sebeple üslup olarak çok rahatsız etmişti.) daha sonra yazacağı ingilizce romanlara olan önyargımı kırmıştır.

Yadırgadığım yanları yok mu tabii ki var. Mesela, Şems bahçede 6 kişi tarafından öldürülürken bu arbedeyi kimselrin duymamış olması bana çok abes geldi. Şems'in astral seyahatlerinin, Kimya'nın hayaletlerle olan diyaloglarının fazla havada kalması beni düşkırıklığına uğrattı. Siyah süt'ün Doğan Yayıncılık'tan çıkmasından hiç hoşlanmamıştım, Aşk'ın da Doğan Yayıncılık olması beni iki kat üzmüştür. Kapak tasarımını, pembe rengin iticiliğinin kitabın konusuna olan tezatını, kapakta olan kötü kalp şeklini Elif Şafak'a nasıl layık gördüklerini anlamak mümkün değil. Ayrıca yazım hataları da vardır bir kaç yerde.

Son olarak sevdiklerime Şems'ten şu mesajı vermek istiyorum;

"Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milad demektir. Şayet 'aşktan önce' ve 'aşktan sonra' aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir."

20 Nisan 2009 Pazartesi

Gibi

"Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ başlamış haset ve art niyettir."
Şems

Bazı bazı hayat gözüme koskocaman çikolatalı bir dondurma gibi gözüküyor... Kıyıp da yiyemiyorum orası ayrı...

16 Nisan 2009 Perşembe

iksv

İmkan olsa da 28.Uluslararası İstanbul Film festivali'ne gidebilsem. Bitimine iki gün kala İstanbullular yetişebilir sanırım...

Filmlerden Aya Seyahat'i ilginç buldum. İzlemiş olanlardan dinlemek isterim.

10 Nisan 2009 Cuma

Revolutionary road

Son günlerde blogdan kopuşumu havaların gelgitli hallerine bağlamak isterdim fakat, zamanımı iyi planlayamamam buna daha iyi bir açıklama olacaktır.

Gün içerisinde aklıma gelenleri yazıya dökme işinin yerini yazacaklarımı sadece planlamak aldı. Fakat elim nedense klavye tuşlarına gitmez oldu. Dikkat ettiğim şey ise geçen yıl da aynı zamanlarda bu tarz bir duygu durumu içerisine girmişim. Demek ki; bu ana özel bir şey yok ortada...


* Spoiler

Kısaca özet geçmem gerekirse, sıklıkla belgesel izliyorum. Araya ise son çıkan filmleri sıkıştırıyorum, karışıyor ortalık... Mesela; Revolutionary road beni etkileyen filmlerden biri oldu. Sam Mendes'e ait film bir Richard Yates romanı ve 2008'de perdede yerini almıştır. Titanik'ten sonra ilk kez bir araya gelen Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet ne kadar uyumlu bir ikili olduklarını kanıtlamışlardır bu filmle. Bu unutulmaması gereken bir detaydır bence.

April ve Frank Wheeler 1950'lerde aşık olup evlenen bir çifttir. Evliliklerinin ilerleyen zamanlarında hayallerini ertelediğini düşünen, monotonluğun ilişkiyi kısırlaştırdığı kanısına varan April, Frank'in de artık eskisi gibi hissetmediğini düşünerek Paris'e taşınma fikrini (Frank'in hayali) ortaya atar. Aslında çocuklu bir çift için büyük bir risktir ve risk alınmadan da gelecek için böylesi bir değişim sağlanamaz April için. April karakter olarak; kendini bilen, gerçekçi ve başkaldıran bir ev hanımı. Frank ise; umarsız, eşini dilediğinde aldatabilen ve egosunu şişirme gereği duyan, bencil bir adam. Buna karşılık dışarıdan bakıldığında herşey tam, mutlu, çocuklu, genç bir aile olarak görünmektedirler.

April Paris'e yerleşme hayalini Frank'e anlattığında çiftin değişiklik düşüncesi filmdeki sıkıntılı havayı dağıtmaktadır. Zannedersiniz ki; Paris ile birlikte çift üstlerindeki gerginliği atarak hayallerinin doğrultusunda mutlu olacak fakat Frank'in işyerinden altığı terfi ile inanılmaz bir bencillik örneğine tanık oluyoruz. Tüm evliliğini kurtarma hayallerini Paris'e bağlamış ve planlarını buna göre yapmış olan April için bu durum evlilik hayatı için bir bitiş olur. Aşk artık gerilerde kalmıştır. Aşkın yerini kavgalar, laf geçirmeler akabinde kendine dönük, yalnız ve tekdüze bir yaşam alır.

Sonuç itibari ile hayal kırıklığını kaldıramayan ve bir şekilde hem Frank'ten hem de kendisinden öç almak adına ikinci bebeğini kendi kendine düşürmeye çabalayan April kan kaybından ölür. Bu da Frank'e kapak olur...

Film genel olarak beni üzdü, romantik bir film beklerken gerçeğin ortasına sizi fırlatarak gerim gerim geren bu film Kate Winslet'in ne kadar muhteşem bir oyuncu olduğunu tekrar tekrar göstermiştir.

Arşivinizde bulunması gerektiğini düşünüyorum.

2 Nisan 2009 Perşembe

Zaman akıp giderken ben bakınıyorum sağıma soluma... Geleceği görmeyi bırak, şimdiyi dahi kestiremiyorum... Bazen bir koca gün saçma sapan saatlerden oluşup bir bütünü oluşturabiliyor. En komiği de biz zavallı insanoğlu, yarın farklı olacakmışçasına o günün bitmesi için Tanrı'ya dua ediyoruz... Sanırım bu ölünceye kadar bu şekilde sürüp gidecek.