30 Mayıs 2011 Pazartesi

Kumral Ada Mavi Tuna



“Sıradan bir insanım ve tabii bütün sıradan insanlar gibi sıradışıyım” diyerek tanımlar Tuna kendisini. Diğer bir sayfada ise; "Ben birini mutlu ederek mutlu olabilen egosu gelişmemiş salaklardanım" der. Mavi bir çocuktur Tuna. Gözleri gibi aklı da mavidir bana göre. Keskindir duyguları, yerine göre yumuşak fakat hep takıntılı. Hayatı 5 yaşındayken değişir. 5 yıllık yaşamanı değiştiren Kumrallar kumralı Ada ömrünün son günüe kadar değiştirir Tuna’yı. Artık bir kukladır. Ada’nın en sevdiği oyuncağı, İlk aşkı... Tuna yan köşkün bahçesinde görür Ada’yı, oynamak ister Ada kibirden belki şart koşar. Şartına karşılık arkadaşlığını kabul edeceğini belirtir.

Aras, Tuna’nın dillere destan şahane ağabeyi. Ada’nın aşkı. 7 yaşının verdiği utangaçlık fakat farkında beğeninin getirdiği güven... Ada, Aras ve Tuna bir nevi çeşitkenar üçgen.

Kitap işte böylesi güzel bir ortamda başlıyor...

Yo yo.. Kitap Tuna’nın bir Salı sabahı kahvaltı hazırladığı bir vakit, askerlerin evine gelmesiyle başlıyor. Onu alıp kararğaha götürmek istiyorlar, iç savaş çıkmış ve Tuna tekrardan askere götürülecektir. En korkuğu şey gelip bulmuştur Tuna’yı. Aras yaşasaydı ne yapardı acaba? Ya Ada? Ada nerelerdeydi? Neden gazeteler Aras’ı öldürdüğünü söylüyorlardı. Yıllar önceki olayda neden Ada suçlanıyordu? Halbuki böyle olmamıştı? O da oradaydı. Ada Aras’ı öldürmemişti? Hep Aliye’nin suçuydu ve tüm bu yaşananlar bir büyük karabasandı. Sayfalar geçtikçe bitmeyen ve nihayete eremeyen bir kabus...

Buket Uzuner’in en en en güzel çalışmasıdır bu kitap. İnsanın kendinden de birçok şey bulacağı bu harika romanı okumak için geç kaldığımı düşündükçe üzülmüyor değilim.

Son olarak diyorum ki; "Faşizm, kendi ilişkilerimizde başlar ve daha fazla incitmek, daha fazla yaralamak, ezmek ve aşağılamaktan zevk almaktır aslında."

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Serenad



Spoiler

Kitabı çok düşünmeden raftan alıp sepete koydum. İşyerine geldiğimde masaya bıraktım. Baktım kapak resmine. Taş bir sokak, şemsiyeli bir kadın. Kapağı kaldırıp adetim olduğu üzere yazdım tarihi, mekanı, adımı. "Edebiyat dünyasında tam olarak oturtacak bir koltuk bulamadığım insan, sevgili Zülfü Livaneli" notundan sonra "Serenad"'ı okumaya başladım. Kitap ilerledikçe romantizm arıyor insan isminden dolayı kitapta. Sonra uçakta buluyor kendisini okur "maya" adıyla. Amerika'ya olan yolculuğumuzun sebebi Türkiye topraklarında başlıyor. Maya'nın yaşananları anlattığı kitabıyla Amerika'da son buluyor.

İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nde bir memur olarak çalışan Maya Duran konferans için ülkeye gelen 87 yaşındaki Profesör Maximillian Wagner'ı havaalanında karşılamakla ve ona tercümanlık yapmakla (mihmandarlık) görevlendirilmiştir. 59 yıl sonra tekrar İstanbul'a gelen Prof. Max. için bu şehrin farklı bir önemi vardır. Maya misafiri önce oteline yerleştirir, fakat havaalanından bu yana bazı karanlık tipler tarafından takip edildiğini anlaması uzun sürmez. Bir süre sonra yaptığı araştırma sonucu Profesörün sadece bir bilim adamı değil ayrıca geçmiş yıllara dayanan bir takım işleri olduğunu öğrenir.

Maya 15 yaşındaki oğlu Kerem ile ilişkilerinin kopma noktasında olduğunun farkındadır. Bu durumu ona karşı kullanarak Profesörün hayatını araştırma görevini Kerem'e devrederek onu normal yaşama döndürmeye çalışır. Bir kaç zaman sonunda Kerem'in verdiği bilgiler 2. Dünya Savaşı'na dayanmaktadır. Struma gemisinin gizine, Hitler'in Almanya'sına ait bilgiler vs. Türkiye'ye 1939-1943 yılları arasında gelen tüm bilim adamlarını kapsar. 3 gün içinde hayatı bambaşka bir düzleme sıçrayan Maya geçmişi ile ilgili de bir çok değişik bilgiye ulaşır. Maya karakteri ile Maya'nın babasının Ermeni soyundan ve annesinin Kırım Türklerinden geldiğini öğrenmesi ile ırk karışımına değinir yazar. İnsanlığın soykırım yapma huyunun her daim olduğunu, her ırkın bunu öyle yada böyle yaşadığını, iktidarların ölümle bağını anlatır bu kitap.

Kitabın 2. kısmı Prof. ve sevdiği kadın Nadia'nın hikayesinden bahseder. Maya'nın Prof.'den dinlediği kadarıyla evlilikleri, Nadia'nın bir yahudi olmasına rağmen Alman soyadıyla yaşaması, zamanın Almanya'sının ve doğu Avrupa'sının cehennemden beter durumuna şahit oluruz.

Max ile Nadia Almanya'dan kaçarak İstanbul'a doğru trenle yola çıkmışlardır fakat Nadia bir anda SS subayları tarafından trenden indirilir. Uzun süre karısından haber alamayan Max İstanbul'a ulaşarak geri bıraktığı karısını bulmak için her yana başvurur. Kendisi de Alman olmasına rağmen kaçak sayılan Max 2 yılın sonunda bir Yahudi kampında Nadia'yaya ulaşır. Onu bir şekilde (Sahte vaftiz belgesi düzenleterek) kamptan çıkrtıp Romanya'ya ulaşmasını sağlar. Artık kavuşmalarına bir engel kalmamıştır. Ne kadar parası varsa karısına gönderir bu para ile Nasi "Struma" isimli gemiden bir biley satın alır. Struma İstanbul kıyılarına gelmeden Max kıyıda gemiyi beklemeye başlar günler öncesinde. Gemi görünür kıyıya yaklaşır fakat kimse inmez. Ülkelerin ortak aldıkları kararla gemi tamir edildikten sonra Filistin'e doğru yola çıkmalıdır. Türkiye mülteci mülteci kabul etmemektedir. Max. bir kez daha hayal kırıklığı yaşar. Ve karısını bir daha asla göremez çünkü karantina'ya alınan geöi Şile açıklarında bir Sovyet torpidosu tarafından havaya uçurulur. Max karısının ve bir sürü indanın bu şekilde parçalandığını görür. Bu yüzden " tüm iktidarlar öldürür" der. Ona göre tüm hükümetler suçludur.

Max kısa süre sonra sınırdışı edilir ve yaşamak için kendisine Amerika'yı seçer. Ağır depresyon yaşar ve bir gün yine gelir İstanbul'a. Maya ile tanışır. Ona herşeyi anlatır. Bir de küçük bir beste dinletir Nadia'ya yazdığı bir parça. İşte kitabın son bölümü de Prof. kaybettiği bu bestenin yani "Serenad'ın" notalarını bulmakla kendisini sorumlu hisseden Maya'nın Almanya , Amerika seyahatini konu edinir.

Genel anlamda sürükleyici bir kitap fakat yer yer kendini tekrar ettiği de bir gerçek. Okuyucuda merak uyandırma amacıyla bayıltıcı bir oyalama derdine girilmiş. Daha kısa tutulabilirmiş. Yine de kütüphanemde yerini almıştır.

10 Mayıs 2011 Salı

Şarkını Söylediğin Zaman



Bir aşk ne kadar yoğun yaşanır erkeğin kalbinde? Bir erkek duyduğu aşktan ne bekler? Sahip olmadığı kadına duyduğu ağdalı tutkunun devam etmesinin sebebi nedir? İnci Aral aksi cinsinin aşkını onun dilinden nasıl böylesi sürükleyici anlatabilir? Yazarın soluksuz okuduğum tek romanı “Şarkını söylediğin zaman” adıma imzalanmış şekilde gelmesiyle beni çok heyecanlandırdı.



• Spoiler
Cihan isimli bir erkek.
Ayşe isimli bir kadın.

20 yıl önce doğan Ayşe ve o anda 20 yaşında olan Cihan.
Bir kız daha var adı Deniz. Cihan ile Ayşe’yi birbirlerine bağlayan geçmişin soluğu, şimdinin hayaleti, şahane kadın.

Ortak payda.
Cihan, Deniz’i; “Yüzü dünyama umulmadık biçimde katılmış en güzel dalgınlıktı.” diyerek tanımlar.
Türkiye’nin karışık olduğu yıllarda okulda tanır Cihan Deniz’i. 1977 yılı... Cihan için girdaba kapılmadan önceki okuldaki son senesi. Ateşli bir solcu olan Deniz’i piyanonun önünde gördüğü gün aşık olur ona. Sebebi budur onu koruyup kollamak istemesinin. Deniz’in ise ondan ne beklediği belirsizdir. Birlikte muhteşem bir dostlukları vardır görünürde. Bu dostluğun altında ise Cihan’ın aşkı ve Deniz’in sınırlarda olan hayatı saklıdır.
Yıllar yıllar sonra Cihan yurtdışından döndüğünde bir arkadaş toplantısında Ayşe ile tanışır. Aşık olurlar ilk görüşte birbirlerine. Deniz gibidir. Aynı onun gibidir. Bir gün eski defterlerini açar ve Deniz için yazdıklarını okumaya başlar ...... O okur ben dinlerim... Bir erkek bu şekilde yazar mı ki diye de düşünürüm.

Delice hoşlandım bu kitaptan. Çok severek okudum. Mutlaka tavsiye ediyorum.
Not: Deniz’in Bordeline olma olasılığı pak fazla sanki =)
Not2: Kitabın kapağı bir harika... Harika... Çok harika hem de...