31 Ağustos 2007 Cuma

İnsan Dediğin Kalp Kırmamalı

"bir kez gönül yıktın ise
bu kıldığın namaz değil
yetmiş iki millet dahi
elin yüzün yumaz değil"

Bunu Yunus Emre söylemiş...


"İnsan şerefi için yaşamalı hayatta.
Ah almamalı...
Alıyorsa da kıçını kırıp oturmalı.
Utanmalı yaptıklarından...
Yetmedi mi bre kafir?
Canın mı sıkıldı?
İşler yolunda mı gitmedi?
Beyhude artık dediklerin, diyeceklerin?
Çünkü bu dünya hata affetmez.
Benim gözümde çocukları katleden katilden bir farkın yok...
Diğer dünyada ise yatacak yerin yok..."

Bunları ise Burcu Söyledi...

Sizin Ölümlü Olduğunuzu Hatırlatan Tek Şey Doğum



Başlık olarak kullandığım cümle ünlü tiyatro oyuncusu Haluk Bilginer'e ait. Haluk'u yaptığı işlerde, özel hayatında vs. takip edenler iyi bilir ki kızı Nazlı doğduktan sonra daha bir "baba" gibi gözükmeye, yaşamaya, konuşmaya başladı. Oynadığı rollerde daha "baba" gibi. Babalığın yakıştığı ender insanlardan. Röportajlarında gördüğüm kadarıyla mevzu bahis Nazlı olduğunda gözleri parlıyor, o büyük gülümseme yerleşiyor yüzüne, biraz utangaç biraz gururlu. Nazlı ise bir avuç su gibi. Duru... İlk kez "baba" demiş. Bir erkek için çok büyük mutluluk olsa gerek. Tanımlanmış bir rol aile içerisinde. Sabah sabah gördüğüm haber gerçekten beni gülümsetti. Bir ailenin mutluluğu herşeyden üstündür benim için. Bebekler ise kutsaldır. Evli çiftlerin ise mutlaka bebek yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Bu güzelliği tatmalılar. "Erken daha" gibi bir bahane asla yoktur. Hayat kısa. Hele ki artık daha da kısa...



Habere buradan ulaşılabilinir

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Son Laik Türkiye Cumhuriyeti Cumhurreisi

n gece 10. Cumhurreisimiz Sayın Sezer'i köşkten uğurladık. Yerine ise başka bir cumhurbaşkanı geldi. Hayırlı olsun demiyeceğim çünkü hayrını istemiyorum. Acaba yarın 30 Ağustos Zafer bayramı resepsiyonu düzenlenecek mi köşkte? Bunu merak ediyorum. Başbakan zaten aklındakini açıkça söylemiş burada .
Başbakan Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra
yaptığı ilk değerlendirmede, "Biliyorsunuz, biz hep uluslararası etkinliklere, açılışlara sayın Cumhurbaşkanı ile birlikte gitmek isterdik. İnşallah bu dönemde böyle olacak" dedi.

Yani asıl Cumhur benim, anlamışsınızdır herhalde demek istemiyor. Diyor.

Açıkça.

A. Necdet Sezer kati tavrını her zaman korumuş, korkusuzluğunu bilirkişiliği ile desteklemiş asla sözünü sakınmamıştır. Çevresinde soytarılığa izin vermemiştir. Yerine göre gülümsemiştir. Suratında artık çocukların dahi inanmadığı bir yalan gülümsemeyle dolaşmamıştır. Bundan sonra gelecek cumhur kişi keşke biraz örnek alsaydı onu... Keşke bir karakteri olsaydı. Keşke... Sayın Sezer gibi adamlar çok nadir gelir meclise. Kıymetini bildik mi? Bunun cevabını bilmiyorum. Ama onun yolunu daim etmek isteyenler eminimki dün gece bir iki damla gözyaşını akıtmıştır.


Sezer'in 7 yıllık döneminde tarihe damga vuran unutulmaz olaylar

28 Ağustos 2007 Salı

Adı: "You"

Sabahtan beri ne yapsam da canıma okusam diye düşündüm. Aradım, taradım ve en sonunda aradığımı buldum. Usta mazoşistliğimle kendimi sardım sarmaladım. Volkan gibi lavlarımı avuçlarımda sıktım. Söndüm....

Ekşi Sözlük'te okuduğuma göre Amy Lee'nin herkeslerden sakladığı şarkısı imiş bu. Öyle ki toplatmış piyasadan. Nedenini şarkının sonundaki detone oluşuna bağlıyorum. Halbuki bu hal müthiş bir içtenlik katmış şarkıya.




Neler hissettiniz? Canınız yandı mı? Oh ne güzel! Canıma değsin..

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Asanın Araladığı Yalnızlığım

Teoride iyi fakat uygulamada berbat olan bir gün geçirdim. Çektiğim "of" ları üst üste koydum. Kocaman bir kule diktim. Erkeklerden vazgeçerek kadınları anlamaya çabaladım. Kıskançlığı kalıba dökmeyi...Büyük popoları gözümün önüne getirdim...Sonra küçük popoma baktım... Bir çok sayı aldım cebime doldurdum. Yüzüme kaç damla değdiğini saydım... Bir tost bir ayran bir poğoça, biraz cips bir adet ton balığı ve sonra yine ayran içtim. Kaç kalori aldığımı hesapladım. Gün içerisinde ağzımdan kaç kelime çıktığını tahmin etmeye çabaladım... Yalnızdım... Kalabalıktı her yan... Dalmıştım bilgisayarımın ekranına... Saçmalıyordum... O çıkageldi... Tam da aklımdan geçerken saniyeler önce... 10 saniye yalnızlığımı böldü asasıyla... Uzattı elini...Sıktı elimi... Torbasını açtı Noel baba gibi... bir şey çıkarttı... Uzattı... Sonrasında öyle mutlu oldum ki... Ona ne dediğimi bile hatırlayamayacak kadar travmam sonucunda... "Hayata isyanımı" kutlamak için olduğunu anladım... Paylaştığımız şey yüceydi bana göre... Bir şey daha var artık ikimize ait...


En son ne zaman hediye aldığımı unuttuğumu farkettim... Şu anda... Ve teşekkür edip etmediğimi de unuttum... Teşekkür ederim....



Ps: Bu satırlar Mark Knopfler transında yazılmıştır.

Nihayet!

Nihayet kara kara bulutlar kapladı gökyüzünü. Son günlerde en fazla beklediğimiz durum bu. Hava serin. Belki biraz da üşütücü. Sabah evden çıkarken ben, yağmur çiseliyordu ve şemsiye alma gereği dahi duymadım. Yüzüm ıslansın istedim. Sıkınıtlar yağmur suları ile mazgallara dolup denizin suyuna karışsın istedim.



Evimizin önündeki çimenler artık sarı. Çiçek yok. Ağaçlar kavrulmuş durumda, yeşil eski yeşil değil. Yunanistan yanıyor. Güzelim Egemiz yandı bitti kül oldu. Sıcaktan kavrulmuş beton binalarımız ısı yayıyor. Asfalt ayakkabıları eritiyor. Bu yaz böyleydi ve artık sonbahar gelsin istiyor yürek. Kış karlı geçsin istiyor. Yaz geç gelsin istiyor. Tarlalar suya doysun, buğdaylar altın renginde olsun, ayçiçekleri sarı sarı gülümsesin. Haftanın üç günü büyüyen yemyeşil çimenlerimizi biçelim. Barajlar tıka basa dolu olsun. Bunları istiyor yüreğim. Gün gelsin çocuklarımız bereketli topraklarda daha uzun ömürlü olsun. Ciğerleri oksijen dolsun, yüzlerinden hormonsuz domatesin kırmızılığı hiç gitmesin.


Bir gün evlenirsem şayet ve çocuğum olursa denize kıyısı olan bir köyde yada kasabada yaşamak istiyorum. Her sabah kalkıp tertemiz havada bahçe sulamak, yeşil bahçemde kahvaltı yapmak, yalınayak dolaşmak istiyorum. Yağmur yağdığında sallanan sandalyemde düşen damlaları izlemek, cırcır böceklerinin söylediği ninniye çizmeli kedi masalıyla eşlik ederek uyutmak istiyorum bebeklerimi. Sabahın köründe ördek sesleri uyandırsın beni, musluğum bahçede olsun. Elimi yüzümü buz gibi suyla yıkayayım. Bunlar belki fantazi, hayal... Ama bir an sizi de mutlu etmedi mi? Acaba yapılabilinir mi diye düşündürtmedi mi?


Çok uzun olmayan bir gelecekte, belki benden iki nesil sonra insanlar bunların hayalini kuramayacaklar. Çünkü ne olduğu bilinmeyen şey gözde canlandırılamaz. Bunalımın en dibindeki adam gökdelenin 597. katının balkonundan atlayacak ve zorla öldürdüğü bedeni üzerine suni yağmur damlaları yağacak. Çünkü o gün şehre yağmur yağdırma günü olacak.
ps: Fotoğraf bu adresten alınmıştır.

26 Ağustos 2007 Pazar

Victor Hugo Demiş Ki;

Dal dal ve yaprak yaprak fışkırıyordu hayat
Şehvet de oradaydı, ölüm de felaket de,
Ten değistiren ruh da , ruh değistiren et de:
İnsanlaşan Tanrı'lar, Tanrı'laşan insanlar
Geçiyordu önümdem, dalgalandıkça duvar.
Ve sonra varlıkların karanlık mahşerinde
Gözleri alev alev, dudaklarında hande
Müzlim, mağrur, mustehzi biri dolaşıyordu.
Biraz dikkat edince tanıdım: şeytandı bu.

Tanrı'nın ormanında kurnaz kaçakçı; şeytan


Victor Hugo romantiktir. Romantizmi gerçekle sıvayan adamdır. Aldatılmış adamdır. Öç almış adamdır. Yahut hayatın kendisinden aldığı öç karşısında narsistliğini hep korumuş Fransızdır. 1800'lerin ortalarında karaladığı bu satırlar 2000'lerin başında hala gerçekliğini koruyor. Tanrı'nın ormanındaki kurnaz kaçakçı şeytan hala aynı yerinde ikamet ediyor. Ve kimse ona git demiyor.

24 Ağustos 2007 Cuma

Fotoğraf Çekmeyi Seviyorum

Üç gün içerisinde kendime ve bulunduğum mekanlara göre güzel sayılabilecek fotoğraflar çektim. Haydi onları siz de görün.





Günün özü sözü olarak da sizlere Don Kişot 'un bu güzel yazısını tavsiye ediyorum.

"Son zamanlarda “mutluluk”u takip ediyor gibiyim. Daha doğrusu “mutluluk” beni takip ediyor.
Aslında her iki önerme de doğru. Çünkü eğer mutluluğu izleyecekseniz, bilindik bir yoldan gideceksin demektir.
Yani mutluluğu takip ediyorsanız, her zaman var olan; sizi beklemiş olan bir yoldan gidersiniz.
"

Tamamı için; "Şu An" Mutlu Olmazsanız İleride Kendinizden Nefret Edeceksiniz”


Bu arada araç çubuğuma bir adet "video ekle" seçeneği eklenmiş. E sevindim ben buna.

Sıkıntı Çanları

Sık sık misafir ettiğim iç sıkıntımı, maçın düdüğü çalmadan benimle güreşmeye başlayan bir sumo güreşçisine benzetiyorum. Altında kalıp eziliyorum... İşte bana uyumak için harika bir fırsat. Sırtım yere gelmiş, üzerimde ağır bir maden... Göbek yağına gömülmüş Taksim dolmuşunu andıran kafam...



23 Ağustos 2007 Perşembe

Kadın Nisbetleri

Erkek olmamak için sebeplerim var kendimce.

1. Bir iş sahibi olmak için mecburiyetim yok.

2. Arkadaşlarım ile türk kahvesi içip birbirimize fal bakabiliyoruz.

3. Kadın dırdırına mütemadiyen tahammül etmek zorunda değilim.

4. Kavga anında "ben bayanım" diyerek sıvışabiliyorum.

5. Minübüste cam kenarı ve ön sıralarda yer bulma şansım çok fazla.

6. Evleneceğim zaman bir sürü kıymetli mücevherim olacak.

7. Çocuğum olacağı zaman gecenin bir vakti elin adamını uzak diyarlara hurma almaya gönderecek kadar zalim olabilirim.

8. Aileme canım istediğinde kapris yapabiliyorum.

9. Otostop çekme anında karşımda durmayacak araba tanımıyorum.

10.İstediğim zaman istediğim yerde salya sümük ağlayabiliyorum.

11.Bu yaz sıcağında üfür üfür elbiseler giyebiliyorum.

12.Cat-walk yürüdüğümde kimse bana garip garip bakmıyor. Yadırganmıyorum.

13.Aşkın, kadın halini de erkek halini de yaşayabiliyorum.

Bunları niçin yazdım?


Tabii ki
canelcin beni mimleme centilmenliğini gösterdiği için. Teşekkür ederim Can. Aslında kadın olmak için sebeplerimin yanında kadın olmamak için olan sebeplerim çok daha fazladır :)

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Ey başbakan, beni de kovabilirsiniz!

Katılımınızı arz ederim.

Yaşasın Mimlendim!

Bir süredir bazı sitelerden takip ettiğim mim dalgası sonunda bana da çarptı. Sevgili goddess artemis beni mimlemiş ve gününün hediyesini vermiş. Benden fotoğraf sanatından bir örnek vermemi istemiş. Emrine amade olarak Şirince'deki kilisenin üst katında bulunan ve arka sokağa açılan zincirlenmiş kapının akşamüstü görüntüsünü paylaşıyorum sizlerle.


Meaili şudur ki; Yaşamınızda ne kadar kapalı hatta zincirlenmiş kapılarınız olsa da mutlaka dışarı çıkabileceğiniz bir delik vardır. Önemli olan bunu görebilmektir.

Haydi bakalım harika fotoğrafları için wykka, sesebian , beyn ve eda suner 'i Mimledim gitti!!!

21 Ağustos 2007 Salı

Hep Böyle Değil midir?


Sabahın bir körü işyerimin yemekhane camında olan bu afişi gördüm. En iyi KOÇ'luları seçecek bir yarışma afişi. "Fark Yaratanlar Hemen Seçilir". Güzel bir söz. Altın yumurtlayan kazın bir adet yumurtasını normal tavuk yumurtalarının arasına koyup çekmiş olmalılar bu fotoğrafı. Kafamda irili ufaklı düşünceler belirdi o saatten sonra. Benim seçilmemem için hiç bir sebep yok ortada. Zaten en iyi Koç çalışanıyım (!), orasını geç. Hayata indirgersek durumu, kontrol alanım bir hayli geniş anlamına gelmekte bu. Fakat siz de farkettiniz mi altın yumurta biraz dışlanmış ve mutsuz gözüküyor.

Ayağının Altındaki Benim Dileğim


Düşündüm de; şu güne kadar adamış olduğum hiç bir adak gerçekleşmedi. Öyle ki artık "olmaz ama..." diyerek başlıyorum dileğime. Meryem Annemin kaşısında dururken de "sen biliyorsun ama yine de..." diyerek başladım. Mumumu aldım 2 adet. İlkini yaktım biraz isteksiz... Sapladım kuma... Sonra benim dileğime geldi sıra, heyecanlandım... Baktım şöyle bir kez, sönen mumlar vardı... İlk başta onları tekrar yaktım... Diğerlerinin dileyip umutla bıraktıkları mumlar yansın istedim... Sonra "Artık..." dedim... "Lütfen..." dedim...

Avuçlarını açmış bana demek istediklerini hayal ettim kafamın içinde... Sonuçsuz kaldım... "Daha zamanı var..." duymak isteyeceğim en kötü veptı belki ama ben vazgeçmedim... Sonra terlediğin geldi aklıma... Terliyorsun sen orada... O sıcakta... Bunalıyorsun o kalabalıkta... İnsanlar karşına dikiliyorlar... Bitmek bilmez isteklerini sıralıyorlar... Ama manzaran muhteşem Meryem... Bu yüzden gidemiyorsun başka bir memlekete... Heykellerin var her tarafta hep aynı mizaçta... Oysa ki ben en çok minicik, düzgün ayaklarını sevdim... Etek altından gözüken... Avuçlarından çok daha güzel ve narinler...

Biz faniler doyumsuzuz... Doymadım Meryem... Bambaşka bir şey diledim ikincisinde... Uzun süredir sakladığım mendilimi çıkarttım... O yüzlerce umudun arasında güzel bir yer seçtim... Büyük bir hırsla isteğimi söyledim adını anmadan... Belki de saklı gizli Burcu'yu asıverdim oraya...

Sevmedim kendimi sonrasında...


İsterdim ki; ortasında durduğun dilek havuzunun kenarına oturayım, kimsecikler olmasın belki gün ağarmak üzereyken, sana en baştan olanı biteni anlatayım... Saatlerce... Öğlen olsun ama yine kimsecikler olmasın... Düşündüklerimi söyleyeyim... Akşam olsun kimseler olmasın yine çevremizde, "olmaz ama..." diye başlayayım kıytırık dileğime, sonunu getireyim... Ben de sen de ne kadar basit bir istek olduğunu öğrenelim... Gülümse sen sonra, taş yarılsın... Çık içinden, ete kemiğe bürün... Ben heyecandan para havuzuna düşeyim ve orda cenin olup taşlaşayım, parıldayan demir paraların arasında... Kalan ömrümü sana bahşedeyim... Biraz da sen yaşa bu biçare dünyada...



20 Ağustos 2007 Pazartesi

"Orada Neler Oluyor " Rezilliği

Hepimiz oturup magazin programı izlemişizdir. Amaçları merak uyandırmak olan bu programlar, seçtikleri bir kitle hakkında yine kendi kendilerini seçen bir kitleye haber vermek için vardırlar. Hatırladığım kadarı ile "Sabah şekerleri" ile başlayan bu furya "Televole"msi spor programı gibi başlayıp etek altına kadar giriş yapan yapımlarla devam ederek"Canlı canlı", "Dobra dobra" hafta sonları "Harika Pazar", "Magazin D" gibi [aklıma bunlar geldi, diğerleri alınmasın] birbirinin tekrarı absürtlüklerle halen hayatımızda.

Kahvaltımı yaptığım sırada "Orada Neler Oluyor" isimli programın konuğu Nilgün Belgün'ün gülen yüzünü gördüm ve izlemeye başladım .[Bu bayanın pozitifliğine hayranım] Diğer bir konuk olarak Fatih Ürek vardı. [Bu adamı da seviyorum kim ne derse desin] Her neyse... Programın bir bölümü olarak Tuğba Özay Hanım'ın hapishane günlüğünü yayınlıyorlar. Türkiye'de tek hapis yatan bayan olan Tuğba. Acıların kadını ünvanının yeni sahibi Tuğba. Sütten çıkmış ak kaşık Tuğba işte hatırladınız sanırım. Hani CHP'den milletvekili olarak meclise girme fikri olan, orda burda türkü söyleyen, paraya para demeyen kalın manken. Tuğba 9 günde 3 kilo vermiş sayın okuyucu. Ona yemek yaptırmayıp, çamaşır yıkatmıyormuş koğuş arkadaşları. Ben bundan ciddi anlamda çok sıkıldım. Haberin içeriği eminim ki kimseleri ilgilendirmiyordur. Kaçımızın aklına geliyor gün içerisinde "acaba Tuğba hasiphanede ne yapıyor? vah vah" diye? Acıtasyon yaparak hapishane önüne adam mı toplamaya uğraşıyor bu programlar? Bu haber için ne kadar para veriyorlar Tuğba'ya? Asıl benim merak ettiklerim bunlar.

İzlediğim bir ikinci saçma ve tiksindirici haber ise geçtiğimizde trafik canavarının dişleri tarafından çiğnenmiş
Barış Akarsu. Habere göre Barış'ın bir tane gizli sevgilisi varmış. Büyük bir yaygarayla ünlü "Az sonra" lar başladı. Ön jenerik ve işte açıklama; "Erkin Koray'ın kızı Damla ile beraberlermiş"... Size de "kal" geldi mi? Ben bir kaç saniye şok geçirdim. Duruma şaşırdığımdan değil asla. Durum bir kere etik değildir. Konu kişi bir süre önce vefat etmiş, etliye sütlüye karışmayan, kendince şarkılarını söyleyen bir adam. Peki ne diye böyle bir haber yapıyorsunuz? Ayıp değil mi? elinize ne geçecek? O kadar sahillerde poposunu açmış çekmenizi bekleyen hatun varken niçin ölmüş bir adamın sözde sevgilisinden bahsediyoruz? Peki Erkin Koray'ın kızı Damla'nın eline geçecek bu haberden ve canlı yayından sonra? Tekrar ediyorum bu "ayıp" tır.

Ben Barış'ın ailesinin programı dava etmesinden yanayım. Ölen kişinin arkasından önce "vah vah Allah rahmet eylesin" sonra da "demek damla ile birlikteymişler ha? Vay anasını biz nasıl duymadık? Ya öbür sevgilisi? Ya arabadaki diğer hatunlar?" gibi iğrençlikleri canlılar üzerinde deneyin sayın yapımcılar.


Hoş olmuyor.


17 Ağustos 2007 Cuma

Onlar Erdi Muradına...

...Meraklanma ben hala buralardayım :)

Bu gece çok cici bir düğüne davetliydim.

Meral-Fatih çiftinin o en anlamlı gününde yalnız bırakmayarak varlığımla ışık saçtım kendilerine. Çok fazla mutlu olsunlar istiyorum. Ne güzel bir şey düğün, gelin, gelinlik, damat falan...

Bunlar iyi hoş da; insan böyle bir kararı verirken nasıl bu kadar cesur olabiliyor? Bana göre cesaret gerektiren bir durum. Bir ömrü beraber geçirmek için yola çıkıyorsunuz, aynı cepheye gider gibi... Birisi kaza kurşununa hedef olabilir.

Çok uzattım yine değil mi? Demem şu ki; cidden zor bir iş. Evlenmek değil tabii ki, evlenmeye karar vermek!






Berna'nın eşi Özgür araba satarken bu güzel düğüne iki bayan katıldık. Berna ve ben, bir ara dans etmeyi düşündük :) Zaten ben bu dans etmeme durumunu anlayamıyorum. Karşılıklı iki hemcins çiftetelli oynayabilirken neden dans edemezler ki? İlginç doğrusu :)


Bir gün kendime bana tahammül edebilkecek bir karşı cins bulursam gelin ve damattan önce çıkıp dans etmezsem ne olayım bak buraya yazdım.


Zaten ben ezelden çok meraklıyım böyle şeylere çooook :S

16 Ağustos 2007 Perşembe

Dikkat! Filmi Anlatıyorum.


Siz iki başrol oyuncusunun hiç yüzyüze gelmediği bir film gördünüz mü?

Üç hafta önce İlker ile oturup izledik filmi.. Mr. Brooks. Hoşumuza gitti denilebilir... Bilindik cinayet, şizofreni üzerine bir film. Katilimiz hala çok çekici olan Kevin Costner, polisimiz hala zayıf olan Demi Moore, hayali kişimiz ise; karizmatik William Hurt.


Konusu; zengin kutu fabrikası sahibi Mr. Brooks'un hayali olduğunun farkında olduğu bir arkadaşı ile bağımlısı olduğu cinayetleri (çiftleri öldürüyor genellikle) soğukkanlı bir biçimde işler, sonrasında fotoğraflarını çekerek bundan büyük haz duyar. "Parmak Katili" olarak bilinir polis dünyasında. Polisimiz güzel Demi ise katili yakalamak için büyük hırs yapmıştır. Boşanmak üzere olduğu kocası ile nafaka için sorunlar yaşaması bir kenara, diğer yandan da daha evvel yakalıp kodese tıktığı fakat hapisten kaçmayı başaran bir katille uğraşmaktadır. Mr. Brooks, kızı ve eşiyle yaşamaktadır. Kızı da kendisi gibi bir bağımlıdır ve üniversiteyi bırakarak eve dönmüştür. Sebebi ise; babası gibi bir cinayet işlemiş olmasıdır. Ve küçük kızımız hamiledir. [bu konuya daha sonra değineceğim]. Cinayeti araştırmaya gelen polisler kızın ifadesine göre suçlu olduğunu düşünürler, kız itiraf etmez ama baba Brooks durumu çakar ve kızı temize çıkartmak için üniversiteye giderek bir cinayet daha işler ve şüpheyi kızının üstünden çeker. Bunları yapması için devamlı hayali arkadaşı ile konuşur bizim Brooks onun hayali olduğunu bile bile... Bir de Mr. Smith kod adlı cinayet şahidi vardır. Bana göre tam bir salaktır. Onu da öldürür zaten Brooks sonradan. Demi ile Kevin asla karşılaşmaz bu filmde... Olaylar iki frekansta döner ama sadece bir kez telefonla görüşürler hepsi bu. Detayları için fragman aşağıdadır. İzlemek isteyenler filmi cd'ciden alsınlar bir zahmet.

* Kız hamiledir dedim ya hani... Şöyle diyologlar geçer ailede.

18 yaşındaki küçük dişi Brooks : Hamileyim baba!
Anne Brooks yıkılır, ağlamaya başlar.
Mr. Brooks: Bu çocuğu doğurmanı istiyorum. Kürtaj olmayacaksın. Sana bakmanda yardım ederiz.
18 yaşındaki küçük dişi Brooks : Bunu düşünürüm.

[Anlamışsındır herhalde, modern amerikan ailesi. Gözünü seveyim]

Ahada fragman;





Ps: Filmin en güzel yanı kesinlikle soundtrackleridir. Dinlenmenizi katiyetle tavsiye ederim.

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Balinanın Midesindeki Bebek

Normal şartlarda bir kişi anlatacağı konuyu en başından alır ki okuyucunun konu takibi kolay olsun... Merakı bol olsun... Fakat ben asla böyle olamadım... Kafamda toparlamaya çabaladığım cümleler hep karmaşık, düzen intizam [aynı anlama geliyorlar] asla mevcut değil... Eğer ki bir helkopterim olsaydı günün altı saatini geçirdiğim kumsalın ve karnavalı andıran sahilin fotoğrafını çekerdim ilk başta... Tümdengelip tümevararak anlatmayı gözümün gördüğünü daha heyecanlı olurdu... Eh artık hayal güzünüze bırakıyorum durumu... En yukarılarda renk cümbüşü arasına zoom yaptığımızda bir sürü iki ayaklı yine renk renk, fazlasıyla çıplak yaratıkların görülmesi garantidir. Benim yapmak istediğim ise; daha küçük ebatlara sahip, bebekleri yakından izlemekti... Makinem elimde saklı gizli, dokunmaya çok çekindiğim, kumsal bebeklerini doğal ortamında dondurumak istedim... Fakat donmayı bırakın da kare yakalamak dahi imkansız hale geldi benim için. Onlar ki; balinanın midesinde bulunan büyük deniz suyunda bir sağa bir sola yüzen küçük canlılardı... Enerjileri onları asla bir şezlong üzerinde tutmuyor, sıcak kumun üzerinde minicik çıplak ayakları, çevreyi umursamaz tavırları, kovaları kürekleri, gülücükleri beyin duvarlarımda "ben de çocuk istiyorum, benim de olsun" nağraları yankılaıp durdu.

Günümüzde kumsal bebekleri, birincisi; çevrelerine karşı umursamaz. Kalabalık, denizin tuzu, kumun sıcaklığı pek umurlarında değil... İletişimde oldukları sadece aileleri...

İkincisi; fazla cesaretliler... Deniz onları ürkütmüyor. Ben denizin içinde ağlayan tek bir bebek görmedim... Aksine babalarının kafalarını denizin altına sokmasından çok hoşlanıyorlar... [Eskiden böyle miydi? ciyak ciyak bağırırdı akranlarım :)]

Üçüncüsü; kum yemeyi seviyorlar... Mısır kemirmeyi seviyolar... Öğle uykularını o uğultuda mutlaka uyuyorlar... Kova, kürek, tırmık hala kral kumsal oyuncakları... Yeni çıkan güneşlikli deniz simidi revaçta bir materyel... Kızlar [daha 1 yaşında dahi olsa] bikini giymekte... Renkli şapka ve bol güneş kremleri vazgeçilmezleri... Erkekler için ise bu yıl bandana moda... Çıplak bebek yok denecek kadar az...

Bir kaç örnek;




Görüyorsun işte ... Şimdi sen ne düşünüyorsun? Beyninde yankı yapan ses ne diyor?

12 Ağustos 2007 Pazar

Sana Döneceğimi Söylemiştim

On gün!

Sabitlenmiş bir zihin!

Asabi bir özgürlük!

Kalleş İzmir, Zalim Aydın!

Arı kovanı gibi sahil!

Balinanın midesindeki bebekler!

Düştüğü her taşı çatlatan baş ağrısı!

Üç kişiyi geçmeyen muhabbetler!

Tepetaklak olmuş bir gökyüzü!

Tepetaklak olmuş bir deniz!

Fotoğraflardaki anlamsız düşünceler!

Mumları izleyen boş gözler!

Karmakarışık okey taşları!

Tüm oyunların kraliçesi!

Gerçek olmadığı bilinen kahkahalar!

Gerçek olduğu bilinen Cem Özkan!

Biten bir tatil!

Aynı Tas Aynı Hamam!



[Cem Özkan kim inan ki bilmiyorum...Zaten kim olduğunun da önemi yok... Klip için kim olduğunu bilmediğim yönetmenin alnından öpüyorum...]

Dinliyor musun şarkıyı? İzliyor musun klibi? Dikkatli bakmanı rica ediyorum... Sen öfkeyi biliyor musun? Giden kişinini ardından neye isyan edeceğini bilememek ne demek biliyor musun? Kabullenememeyi peki? Bir saçmalık anında her şeye razı olmayı? Sesini kimse duymasın diye, inlere cinlere kendini güldürerek bağırıp çığlık atmanın izbe yerlerde? Aynanın karşısında ellerini dolamayı boğazına, denedin mi? Durup durup dalıp gittin mi dağların ardına? Ağız dolusu küfür ettin mi çevrendekilere, sanki tüm suçlu onlarmış gibi? Kulağına "hiçbir gün iyileşemeyeceğini" fısıldayan uyku perisine tekme attın mı? Ağlamamak için dişlerini sıktın mı damakların kanayana kadar? Bıçak mı yoksa silah mı diye kaç kez kurdun cahil beyninde? Bedeninde kaç delik açılacağını hesabını yaptın mı?


Bu yüzden bir gün olur ya aklına gelirsem,

Ne olur dönme bana...


Şrfsz'e ithafen...

2 Ağustos 2007 Perşembe

BinDörtYüzYirmi Kilometre Ne Ki?

Geçen yıl Medusa'ya söz verdiğim gibi işte yine ona gidiyorum. Oturup taş merdivenlerde, beyaz giysilerimizle evde kalmışlık üzerine tartışıp, şarkılar söyleyeceğiz. Birbirimize Zeus ve Athena hakkındaki hain planlarımızı anlatıp, şarap eşliğinde gelen geçenle dalga geçeceğiz.

Yeni fotoğraflarla, deli saçmalarımla 12 Ağustos günü çatlak Medusa alıkoymaz ise geri dönmeyi umut ediyorum.



Not: 1 Ağustos saat 2200 sularında büyük derbent'te 3,8 şiddetinde deprem olmuştur. Aklım kaymıştır...