5 Mart 2009 Perşembe

The boy in the striped pyjamas

*Spoiler
"Çocukluk dönemini; sesler, kokular ve görüntüler belirler ta ki aklın karanlık tarafı gelişene kadar."
John Betjeman


Zaman ikinci Dünya savaşı sırası, su birikintilerine yansıyan kırmızı nazi bayrakları, sırtlarında okul çantaları kısa şortlu çocuklar askerlerin arasından koşarak evlerine dönerler. Tam bu sırada yahudiler askeri araçlara bindirilirlerken aynı anda ihtişamı, hizmetçisi bol bir evde hazırlık yapılmaktadır. İşte böyle başlıyor 2008 yapımı The boy in the striped pyjamas.

Hitler yanlısı babası asker olan 8 yaşındaki Bruno ve ailesi, babasının terfisi sebebi ile Berlin dışına taşınırlar. Kırsalda duvarlarla çevrilmiş büyük bir eve yerleşen Bruno'nun ilk keşfettiği şey, odasının penceresinden gözüken uzaktaki pijamalı çiftçilerdir. Babasına neden pijama giydiklerini soran Bruno "onlar insan bile değil" yanıtını alır. Çocuk gözüyle olanlara bir anlam veremez, tedirgin olur. İlk olarak evin mutfağında çalışan ve eskiden doktor olan yahudi Pavel ile tanışır. Bir doktorun neden evde patates soyduğunu sorar ona ve çocuk aklıyla daha evvel iyi bir doktor olmadığı sonucuna varır. Bir gün arka bahçeden etrafı keşfetmek için kimseye görünmeden kaçan Bruno çiftlik zannettiği toplama kampına varır. Tel örgüleri ardında yaşıtı olan Shmuel ile karşılaşır. Aralarında sadece dikenli teller vardır. Shumel'un Bruno'ya tanıştıktan sonra sorduğu ilk soru yanında yiyecek bir şeylerin olup olmadığıdır. Bruno için ise herşey bir oyundur. Shumel'un yakasındaki numara da dahil. Dikenli tellerin ise iki arkadaş içinde farklı anlamı vardır. Bruno tellerin hayvanların dışarı çıkmaması için olduğunu zannederken Shmuel onların insanlar için olduğunu bilir.

Zamanla Bruno her gün Shmuel ile oynamak için tel örgülerin yanına gider ve giderken arkadaşına yiyecek götürür. Anlam veremez neden top oynamanın yasak olduğuna, o sadece bir toptur ne de olsa... Günler geçtikçe Bruno daha fazla soru sormaya başlar, aldığı cevaplar yahudilerin şeytan, beceriksiz ve kötü olduklarıdır. Fakat Bruno bu nitelikte hiç yahudi görmemiştir ve kafasında bu tiplemeyi oturtamaz. Babasının gittikçe sertleşen davranışları babayla duyulan gururu sekteye uğratır. Yahudilerin yakıldığını öğrenen annenin babaya karşı soğuk davranışları, abla Gratel'in artan nazi hayranlığı evde büyük gerilim yaratır.
Bruno ve Shmuel birbirlerine daha çok bağlanmışlardır. Bir plan yapalar. Bruno Shmuel'in getirdiği pijamaları giyerek tellerin diğer tarafına geçmeye karar verir. Bir kürekle tellerin yanına giden Bruno önce Shmuel'in getirdiği çizgili pijamaları giyer ve kazmaya başlar. Kampa girdikten sonra Shmuel'e söz verdiği gibi kamp içinde birden (!) kaybolan Shmuel'in babasını bulmaya giderler. O anda Alman askerlerin yahudileri kurban etme vakti gelmiştir. Ve itiş kakış bir grup kişiyi malüm sona doğru sürüklerler tabi ki Bruno'da içlerindedir. Bir kapı vardır. Sürgülüdür... Kapının ardında giysilerini çıkartmış insanlar vardır... Ve çocuklar da o kapının diğer tarafındadır... Yanız aynı tarafta ve beraber...


John Boyne'nun kitabından uyarlanan filmi Mark Herman yönetiyor. Filmin başrollerini 1997 doğumlu Asa Butterfield (Bruno) ve 1998 doğumlu Jack Scanlon (Shmuel) paylaşıyorlar. Çok da iyi ediyorlar. Film geçen gün bahsettiğim The Reader'da olduğu gibi İngilizce. Almanya'da İngilizce konuşan katı milliyetçi naziler olduğunu düşünmek dahi kişiyi kahkahaya boğacak cinsten bir yönetim fiyaskosu.

1 yorum:

Digital Kelebek dedi ki...

Bak ya, çok merak ettim şimdi..

Senin tavsiyelerin hep tam isabet oluyor..

İzlemeliyim.. izlemeliyimmmm:)