2 Eylül 2011 Cuma

Olympos'un en en en...

Nerden başlasam, nasıl anlatsam ki Olimpos'u? Öncelikle neredeyse hiç kitap okumadım. Okuyamadım desem daha doğru olur. Sanırım kafam boş kalmak istedi. Benim için bu durum Olimpos'u sevmek için iyi bir fırsattı. Bu yerleşim yerinin en çok;

1- Sabahları insanın dinç kalkıyor olması, sabah 07:45 olduğunda ayaktaydım.

2- İlk demlenen çaydan alarak bomboş çardaklardan en güzeline oturup gazeteleri getiren adamın gelişini kesmek. Saat 08:20 olduğunda ilk gazete için dükkanın kapısına dayanmak. 2 - 3 gazete aldıktan sonra kahvaltı tabağımla birlikte şahane 10 sabah yaşadım.

3- 09:30'da sahilin yolunu tuttuğumda o Likya kalıntılarının arasından, börtü böcek sesleriyle yürümek, derenin berrak sularını izlemek, çiçek açmış ağaçların gölgesinde güneşe vermek bedeni ne büyük haz anlatamam ki...

4- Bu kadar fazla balığın olduğu bir denizde yüzmenin panik havası, ayakların basmaya çekindiği taşlar, ideal sıcaklıktaki su insanın ömürüne ömür katıyor. Benim kattı mesela, kaybettiğim kocaman bir 1 yılı kattı yeniden :)

5- Öğlen geçiştirilen yemeğin ardından gazetelerim, Uykusuz'um, Leman'ım ve ben klimalı şahane ağaç odaya çekilip (her gün) saat 1800'e kadar uykuya dalmak, hem de bunu arka bahçedeki tavuk, horoz ve ördek sesleri arasında yapmak.

6- Akşam az biraz acıkmış olarak kalkıp yemek yemek için kendini zorlamak. Ama mutlaka dondurma yemek. Yemek sonrası kahve eşliğinde Bora, Ali ve Ezgi'yle sohbet etmek. Gülmek ama çok gülmek.

7- Feneri kaptığımız gibi karanlık yoldan sahile inmek. Kendi kendimizi korkutmak. Değişik vahşet senaryoları yazmak. Ayakların toz toprak olması. Saat 2200'de gelecek olan Jandarmanın yolunu gözlemek. Onlar gelene kadar beni sağlığıma kavuşturan yıldızlarla bütünleşmek. Kayan yıldızları saymak. Denizin dalgasını dinlemek. Suya taş atmak. Ve en önemlisi sessizliğin içinde kendimle konuşabilmek.

8- Kemer'deki kırık Diyarbakırlı garsonla ayaküstü muhabbet etmek, gece kulüplerinin önünde sıra bekleyen şık Rus karılarını izlemek ve devasa topuklu ayakkabılarını görüp de ne kadar aptal olduklarını düşünmek. Rüküşlüğün dibine dibine vurmak ama sktiri çekmek.Barlar sokağının pavyon kıvamında olduğunu görmek. Hatta ve hatta Nevigasyon aletinin bozularak Olimpos'a Adrasan üzerinden gitmek. Issız köylerle karşılaşmak. Tırsmak.

9- Yüzme bilmeyen bir çift karadenizli ile tekne turuna çıkmak. Bembeyaz ciltleriyle kızarmalarını izlemek. Dil bilmeyen İtalyanlarla çay içmek. Bisküviyi çaya banmak. (İlk defa bisküviyi çaya banıp yiyen insan) En çok Ankaralı Turgut'u sevdiklerini görmek. 10 kişilik şahane bir tekne turu ve ilk kez balıklardan korkmadan açık denizde yüzmek. Şahane bir ekip kurmak. Kızgın bir sırtla geriye dönmek.

10- Gece 0920'de Gölge Bar'a gidip ne dediklerini anlamadan şarkı söyleyenleri izlemek, dans etmeyi deli gibi istemek. Ramazanda bira içmek =) Her gece Eskiyeni'nin müşteri servisini geri çevirip bir gece atlayıp gitmek. Canlı müzik dinleyememek, ses sisteminin boku yemiş olması. Ama yine de eğlenebilmek.

11- Gölge'nin programından sonra Kaktüs'e gitmek. Tahta masalara oturmak, gerçek ejderha dövmeli kızla tanışmak. Adisyona ismim yerine Anka Kuşu dövmeli kız olarak geçmek.Kimsenin birbirini umursamadığı bir ortamda milletin çiftetelli oynaması. Vurmalı çalgıların en güzellerini duymak.

12- 0115'te program sonrası aynı kitlenin kokoreççiye gitmesi ve ete doymak.

13- Enerjinin bitmemesi, bitememesi. Orange Pansiyon ışıklarını kapattığı vakit saatin farkına varmak.

14- Alican ile tanışmak. Bana katlanabilmesi. Yükselenlerimizin uyuşması :pP, avukatlık hakkında bilgilenmem. Ve daha daha niceleri...

Kurban bayramında Kaş'tayız inşallah. Orasını daha çok sevecekmişim. Öyle diyor avukatım.

2 yorum:

izaleisuyuu dedi ki...

Ay lev ye beybi hehe

Burcu SezeR dedi ki...

:P ehe