22 Şubat 2008 Cuma

Bugün Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir gün

Bugün Türkiye Cumhuriyeti için gerçekten önemli bir gün. Irak sınırını geçerek sonu olmayan saçma bir savaşa başladık. Bu bir!! İkincisi Abdullah Gül sıkmabaşları üniversitelere soktu. bu da iki !! Nette bu konuyla ilgili haberleri okurken Emin Çölaşan'ın "Cumhurbaşkanınız!!!" başlıklı yazısına denk geldim. Hepberaber okuyalım.

"Şu anda Çankaya’da oturan zat, oraya MHP’nin AKP’ye stepne olmasıyla, yol vermesiyle ve “Dindar Cumhurbaşkanı” kimliği ile çıkmıştı. Rüyasında görse hayra yormayacağı devlet kuşunu da onun başına MHP kondurmuştu. Ancak konumuz bu değil.

Devletin başında bulunan; Cumhuriyet rejiminin ilkelerini korumakla yükümlü olan Abdullah Gül isimli bu zat, yakın geçmişte acaba neler söylüyordu? Cumhuriyet rejiminin ilkeleri, özellikle laiklik, kendisine hangi ölçüde emanet edilebilir? Bu soruların yanıtlarını onun ağzından dinleyelim. Elimde ‘’Türkiye’nin Milli Bütünlüğü ve Güvenliği’’ isimli bir kitap var. Yakın geçmişte düzenlenen bir seminerdeki konuşmalar banttan çözülmüş ve kitap olarak basılmış. Konuşmacılardan biri de Abdullah Gül. Yani bugünkü Cumhurbaşkanı. O günlerde Refah Partisi milletvekili. Necmettin Erbakan hocasının emrinde ve hizmetinde.

NASIL BİR SİSTEM ?

Şimdi bu kitaptan, yani kendisinin sözlerinden alıntılar yapalım. Bakalım Beyefendi ne inciler döktürmekle meşgulmüş: “Bugün Türkiye’de bir sistem bunalımı var. Kendi bünyesine uygun düşmeyen, kendi değerlerine zıt ve zoraki uygulanmaya çalışılan ve halka zorla diretilen bir sistem.” (Yani laik Cumhuriyet rejimi.) “Halkına zıt, halkı ile barışık olmayan, ona düşman bir sistem bu sistemdir ki...70 senedir böyle bir sistem içerisindeyiz doğrusu...” “Türkiye’nin bu resmi ideolojisinin tabii karakterleri, bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik adı altında. Ama bu milletin halkı bir araya gelip de biz devletçi olalım, laik olalım, milliyetçi olalım diye böyle bir karar vermemişler. Bu ilkeler hep bu halka bir zorlatma şeklinde dayatılmış...”

BU NASIL BENZETME?

Konuşmasının bir yerinde çok ilginç bir keşfini (!) daha anlatıyor:

“Türkiye’nin bir Irak’a, Libya’ya benzeyen çok yanları var. Neden? Aynı TEK ADAM pozisyonu. Bugün gidin Irak’ta, Libya’da, Suriye’de de tek insanın resimleri vardır her yerde. Tek insanların heykelleri vardır”. (Atatürk’ten söz ediyor ve Atatürk’ü Saddam, Kaddafi, Esad gibi hırsız soytarılarla, katillerle kıyaslamaya kalkışıyor.)

“Milliyetçilik öyle olmuş ki, Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela ‘NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE’ lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür...Bu laflar aslında Türkiye’nin bütün insanları İSLAM KARDEŞLİĞİ altında toplayan bütünlüğünü tehdit eder anlama gelmiştir.”

Atatürk’ün sözünü aşağılamaya yeltenen, bunu ilkellik olarak gören, tarih bilgisinden yoksun şahıs şimdi Cumhurbaşkanı! Beyefendi devam ediyor: “Şimdi ne gariptir ki, seyahat ederseniz Doğu ve Orta Anadolu’ya geldikçe ‘ÖNCE VATAN’ yazdığını görürsünüz, batıya gittiğinizde ise hiç rastlamazsınız bunlara. Yani bunlar tek parti devrinden kalan ve zorla, halkın kendi inanç değerleriyle bütünleşmeyen bir dünya sistemini halka zorla kabul ettirmektir.” (İnsaf yahu!)

HANGİSİNE İNANALIM

Sonra laiklik ilkesinden dem vurmaya başlıyor! “Şu da bir gerçek ki, en kalıcı ve birleştirici unsur DİN olmuştur. Ama Türkiye’deki resmi ideoloji tarafından devamlı tehdit altına alınmış. Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en ziyade tahribatı vermiş olan, sistemin ilkelerinden birisi de LAİKLİK ilkesidir. LAİKLİK olayıdır.” (Cumhurbaşkanı olurken laikliği koruyacağına namusu üzerine yemin eden zat, geçmişte böyle buyuruyor. Hangisine inanacağız, geçmişteki sözlerine mi, namus yeminine mi?)

Devam ediyor: “Din düşmanlığını esas alan ve hukuk tanımayan uygulama, İslam inancı ve ahlakıyla yoğrulmuş olan halkımızı da tabii dışlamıştır.”

Sözlerinin bu bölümünü özellikle askerlerin okuması gerekiyor:

“Dindar olan bir subaya siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, onu çeşitli dolaylı yollarla bunu açıkça söylemeden onu eğer saf dışı ediyorsanız, sanki safra atar gibi, sanki ajan yakalamış gibi onları eğer ayıklıyorsanız, siz o zaman bu ülkenin bütünlüğünü, devamını nasıl temin edersiniz?”

Bay Abdullah Gül, konuşmasında üniversitedeki sıkmabaşlara da değinmeyi ihmal etmiyor: “Üniversitelerde bugünkü durum. Şimdi siz bunu hangi demokrasiyle, hangi hukuk nizamıyla, hangi insan haklarıyla bağdaştırabilirsiniz? Sadece kılık kıyafetinden dolayı, sadece dini inançlarından dolayı üniversite kapılarından geri çevrilen, diplomaları verilmeyen bir sürü Türkiye’nin genç kızları...”

Bu arkadaş, birkaç yıl önce karısı üniversiteye sıkmabaşla alınmayınca, Türk devletini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava edip tazminat istemiş, ancak Mahkeme bu davaları reddetmeye başlayınca, karısı adına açılan davayı geri çektirmek zorunda kalmıştı! Bakalım, şimdi sıkmabaş konusunda yapılan Anayasa değişikliğine onay verecek mi, vermeyecek mi ?

CUMHURİYET REJİMİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepesindeki kişi, Cumhuriyet rejimine bağlı olmak ve ilkelerini korumakla yükümlüdür. Ancak yukarıda sözün ettiğim konuşmasında, İkinci Cumhuriyet’ten ve daha da ötesi, tarihin karanlığına gömülmüş olan Osmanlılıktan söz etmektedir.

“Bu açıdan İkinci Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı olarak görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum.”

Osmanlıcılıktan söz edebilen, bu kavramların gündeme gelmesinden mutlu olduğunu söyleyen bir Cumhurbaşkanı! Bu şahıs geçmişte söylediklerinin bugün de arkasında ise o makamda oturamaz. Yok eğer o makama oturmadan önce namus ve şerefi üzerine ettiği yemin geçerli ise, mutlaka bir açıklama yapmalı ve “Hiç kimse endişe etmesin, ben artık değiştim. O sözlerim değil, yeminim geçerlidir” demelidir.

Der mi? Demez, diyemez. Derse inanır mıyız? İnanmayız. Hiç kimse inanmaz! Gazeteciler kendisine bu soruları sorabilir mi? Soramaz... Çünkü Abdullah Bey bocalar, sonra medya patronu bozulur, bunu soran gazeteci fırça yer! İşin şakası yok.

Çankaya’daki tablo çok vahim. Beyninde laiklik karşıtlığı, İkinci Cumhuriyet, Osmanlılık gibi kavramları taşıyan, siyasetini ve yaşamını bunlar üzerine oturtan, Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü ilkellik olarak gören biri o makamda –değiştiğini kanıtlayana kadar- oturamaz.

Başta CHP olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlar bu konuyu ve Çankaya’da kimin oturmakta olduğunu dibine kadar irdelemeli, sürekli gündemde tutmalıdır.

GazetePort

4 yorum:

Ömer Enis dedi ki...

İrdelesen ne olur irdelemesen ne olur. O artık senin cumhurbaşkanın. Şu an yaptığın iddialar Abdullah Gül'e değil Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanınadır. Sen daha iyisini yetiştir geçir başına. Geçmişe takılıp sükse yapmakla gelecek yönetilemez.

Bilgisiz dedi ki...

azımı açmıyorum burcu çünkü bizim milletimiz malesef koyun artık buna kanaat getirdim hiç azımı yormuyorum artık başımıza büyük bir şey gelince o zaman kafalarına dank edicek bekliyorum o günü üzelerek !!!

Ünal ÇuLcu dedi ki...

sıkma baş tabiriniz iğrenç. sizin gibiler için atalarımız güzel söylemiş: "İt ürür, kervan yürür" uluyun bakalım ne yapabileceksiniz

Burcu SezeR dedi ki...

Ben çok severim bu tabiri...
eyv.