28 Şubat 2009 Cumartesi

Changeling

*Spoiler

Clint Eastwood 'un 2008 yılı yapımı uzun mu uzun filmi Changeling beni belki de en çok tatmin eden sinema yapıtlarındandır. Gerçek hikayeden uyarlama filmin başrollerini Angelina Jolie, John Malkovich ve Jeffrey Donovan'nın paylaştığı film 1928 yılında LA'de enteresan bir biçimde kaybolan bir çocuğun bulunamamasını ve LA polisinin uyguladığı politikanın detaylı anlatısıdır. Polisin korku salarak işleri kendi bildiği biçimde yürütmesi, daha açık biçmiyle istediği gibi at koşturması ve buna karşı çıkan bir annenin kamaoyunu yanına çekmesi bu tür şeylerin sadece bizim ülkemizde değil koskocaman Amerika'da da oluyormuş nidalarına neden oldu.


2.5 saate yakın süren film çocuğunu işe gitmek için evden bırakan annenin eve dönünce oğlu Walter'ı bulamaması bunun üzerine polisi aramasıyla başlar. Polisin aramaları sonucunda bir süre çocuktan ses seda çıkmaz ve birden çocuğun uzak bir yerde bulunduğu haberi ile medya dahil anne Christine Collins'de çocuğu karşılamaya tren garına gider. Aradan 5 ay geçmiştir bu arada. Tren garına gelen onca insan anne oğul buluşmasına hazırdır fakat Walter geldiğinde Christine yüzbaşıya onun oğlu Walter olmadığını söyler. Filmin yarısı Christine'nin o çocuğun oğlu olmadığını polisleri ikna etmeye çabalaması ile geçer. Kadının asıl derdi ise çocuk bulunduğu için polisin gerçek Walter'ı aramaktan vazgeçmesini istememesidir. Ve korktuğu olur polis davayı kapatmaya yeltenir. Bunun ile birlikte olay çevrede duyulmuştur ve bir din adamı konuyla ilgilenir. Halkı bastırmaya alışmış olan polis güçleri anne Christine'in onlara karşı basın toplantısı yaptığı sırada kendi özel insiyatifi ile anneyi akıl hastanasine kapatır. Bunlar olurken bir diğer yandan sınırdışı edilmeye çalışılan bir çocuğun kuzeninin 20 civarı çocuğu katlettiği haberi gelir ve zavalı Walter'ı fotoğrafından teşhis eder. Böylece polis departmanının etekleri tutuşur. Katil yakalanır suçunu itiraf eder, idam edilir. Polis olayın en başından beri hatalı olduğunu duyurur ve Christine Collins açtığı tüm davaları kazanır.

Film içinde evin ve dış mekanın dekoru muazzamdı. Dönemi yansıtmakla kalmıyor hatta Eastwood'un dönem filmleri arasında kıyaslama yapmamıza da sebebiyet veriyor. Makyaj ve kostüm konusunda da eksiksiz. Orta halli bir santral görevlisi olan Christine'nin 1928 ve 1930 yıllarında giydiği palto aynıydı, bu da önemli bir deyatdır bir film için. Fakat dikkatimi çeken şey Angelina Jolie'nin inanılmaz zayıf ve ruh gibi oluşuydu.

27 Şubat 2009 Cuma

Bride Wars

*Spoiler

Bride Wars evlenme yarışı halinde iki arkadaşın abuk öyküsünü anlatıyor. Kaza eseri aynı gün ve aynı saatte evlenmeye kalkan kankaların arasındaki soğuk savaş hayatlarını altüst ediyor. Kate Hudson ve büyüleyici Anne Hathaway rolleri paylaşıyor. Filmin sonunda da Emma'nın düğününü bozan Liv güle oynaya evleniyor, sinir ediyor falanfeşmekan... Filmi beğenmedim(.)nokta

24 Şubat 2009 Salı

Elegy

*Spoiler


Yönetmenliğini Isabel Coixet yaptığı 2008 yapımı Elegy Türkçe'ye "Aşkın Peşinde" olarak çevrilmiştir. Consuela Castillo isimli bir öğrenciyi canlandıran Penélope Cruz ve ona ders veren yaşı bir hayli geçkin profesör David Kepesh ( Ben Kingsley ) arasında doğan aşkı konu alır. Penélope'den haz etmeyen ben filmden sonra da aynı düşüncelerle ayrıldım ekran karşısından. Yine büyük bir performans göremedim açıkçası. Fakat Ben Kingsley profesörün yaşadığı aşkı, korkuyu, beklentiyi, kıskançlık duygusunu, yalancılığı ve tutkuyu öylesine mimiklerle oynamış ki konunun sıradanlığını bir şekilde izleyiciye unutturmuştur.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Umut, Hayat akan bir sudur

* Spoiler
Everest Yayınlarından çıkan Ayşe Kulin'nin son kitabı Umut gayet sürükleyici ve değişik bir aile ansiklopedisi. Tek bir aile soyağacı yerine anne ve baba geçmişini ayrı ayrı göstererek anlama kolaylığı sağlamış Kulin. Geleceğine güzel bir armağan da sayılan kitap yormadan, çizgisini bozmadan, kişilerin iyi anlatımı ile kitabı yazanı bilmeyen biri Ayşe Kulin tahminini rahatlıkla yapabilir. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş yapan ülkenin sürgündeki bir vekili ve bu vekilin geniş ailesinin yeniliklere ayak uydurması, yaşadıkları burjuvazinin getirdikleri, kadınlara tanınan hakların genişleyerek, bu konunun halk görüşü. Yer yer vatan sevgisinin dile getirildiği romanda Ermeni asıllı büyük enişte Aram ile büyük teyze Sabahat arasındaki büyük ve yenilmez aşk. Bu aşka gösterilen tepkiler, aile kavgaları, evde yaşanan komik olylar ve Ayşe'nin doğumu . Genel anlamda okunması gereken güzel bir kitap.

Bunun yanında; kitabın kapak tasarımı bana göre sınıfta kalan en önemli detay. Kapartmalı yeşil yazının uyduğunu düşünmüyorum asla. Kapakta yaratılmak istenilen kompozisyon beni tatmin etmedi, daha naif bir resim olabilirdi. Sonrasında Aram ile Sabahat'ın bir sonuca bağlanmayan aşkı bende acaba bir devam kitabı çıkacak mı? düşüncesiyle beni heyecanlandırdı. Eğer ki bu aşk yarım kalırsa hayal kırıklığı yaşayacağım.

Ayrıca iki ay gibi bir sürede bir cafede bu kitabı yazarak (-ki cafelerde kitap bile okumak büyük marifet günümüzde) kanımca iyi bir iş çıkarmış Ayle Kulin'i kucaklıyorum.

81. Oscar ödül töreni

Bu yıl da izleyemediğim törendir. Amacım bir gün oturup Türkiye saatiyle kaça denk geliyorsa oturup her dakikasını izlemektir. Sabah ilk yaptığım iş haberleri açıp Oscar sahiplerine bakmak oldu çünkü benim de kendime göre bir tahmin listem vardı. Dün gece ödül sahibi olan eserler ;

En iyi film: Slumdog Millionaire (Christian Colson)
-Ödüle sahip olacağına %100 emin olduğum tek filmdi. Öylesine sevindim ki "ödül almışız" diye zıpladım yerimden. O derece bana yakın, yadırgamadığım bir Danny filmiydi.
En iyi yönetmen: Danny Boyle (Slumdog Millionaire)
-Ödül için geç kaldığını düşündüğüm yönetmenim. Bir büyük kitlenin sevdiği yönetmen. Kurgu insanı.
En iyi erkek oyuncu: Sean Penn (Milk)
-Beni hayal-i hüsrana uğratan maddelerden. Sean iyi bir oyuncu fakat bu film ile bu ödülü hakettiğiniğ düşünmüyorum asla.

En iyi kadın oyuncu: Kate Winslet (The reader)
-Henüz izleyemediğim bir film.
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Heath Ledger (The Dark Knight)
-Sürpriz olmadı desem.
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Penelope Cruz (Vicky Cristina Barcelona)
-İzleyip de beğenmediğim ödüllük bir performans sergilediğini düşünmediğim Penolope ödül alması hoş olmadı bana kalırsa.

En iyi özgün senaryo: Milk (Dustin Lance Black)
- The Curious Case of Benjamin Button'nın hakkını yediğini düşündüğüm bir ödül olmuş bu. Milk filminin adaylıkları bile beni şaşırtmıştır.
En iyi uyarlama senaryo: Slumdog Millionaire (Simon Beaufoy)
En iyi görüntü yönetmeni: Slumdog Millionaire (Anthony Dod Mantle)
En iyi kurgu: Slumdog Millionaire (Chris Dickens)
En iyi sanat yönetmeni: The Curious Case of Benjamin Button (Donald Graham Burt, Victor j. Zolfo)
En iyi kostüm tasarımı: The Duchess (Micheal O'connor)
-Başka bir film düşünülemezdi şüphesiz.
En iyi makyaj: The Curious Case of Benjamin Button (greg cannom)
En iyi orijinal müzik: Slumdog Millionaire (A R Rahman)
En iyi orijinal şarkı: Slumdog Millionaire ( a r Rahman - jai Ho)
En iyi ses miksajı: Slumdog Millionaire (Ian Tapp, Richard Pryke, Resul Pookutty)
En iyi ses kurgusu: The Dark Knight (Richard King)
En iyi görsel efekt: The Curious Case of Benjamin Button (Eric Barba, Steve Preeg, Burt Dalton, Craig Barron)
En iyi animasyon: Wall-e (Andrew Stanton)
En iyi belgesel: Man on Wire (James Marsh, Simon Chinn)

22 Şubat 2009 Pazar

Güncem

En çok kahrımı çeken internet sitesi Güncem.com'u öylesine özlemişim ki dayanamadım yazdım yeniden. İnsan kopamıyor bazı şeylerden. Acı,tatlı ne varsa paylaşıyor arkadaşlar arasında... 1797 gündür üyesi bulunduğum Güncem beni unutmamış ki ben nasıl unutabileyim.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Kurbağalar

Türkiye'de dul kalan kadına bakışı tüm açıklığı ile anlatan bir film Kurbağalar. 1985 yılında Trakya'nın Sultaniçe köyünde çekilen filmin yönetmeni Şerif Gören. 1986 Sinema Yazarları En İyi 10 Film Seçimi En iyi 4. Film, 1986 Nantes Film Festivali Birincilik Ödülü ve 1986 Antalya Altın Portakal Film Festivali Birincilik Ödülü gibi ödüllerin sahibi filmin başrollerini Hülya Koçyiğit ve Talat Bulut paylaşmaktadır.


Elmas kocası öldürüldükten sonra gündüzleri çeltik tarlasında çalışır ve geceleri ise kurbağa avına çıkar. Geçimini sağlamak ve kocasının ölmeden evvel bıraktığı borcu ödemektir isteği. Fakat köyün kadınının erkeğinin gözüne batar. Dedikodu ayyuka çıkar.

Filmin konusu bir yana çekildiği mekanlar, yörenin kendine has ayrıntıları çok güzel gözlenmiş ve gösterilmiştir.

Çıplak Vatandaş

* Spoiler

Ülkemizde değişen hiçbir şeyin olmadığının kanıtı olarak Çıplak vatandaş filmini örnek gösterebiliriz. 5 çocuk babası dar gelirli memur İbrahim'in tüm iyimserliği ile hayata bakışını izliyoruz ilk önce. "-Otobüse zam geldi. Olsun benzine zam gelince. -Tüpe zam geldi. Olsun Allah'ın arabı gaza zam yapınca tüpçü neyapsın. -Bir çocuğumuz daha olacak. Olsun Allah onun da rızkını verir." gibi cümleler ve güleryüzü İbrahim'in genel mizacını çok iyi çizen bir Şener Şen . İbrahim 5. çocuk haberiyle kemerleri biraz daha sıkar ve kullandığı sigarayı bırakır, işyerinde çay içmez ve öğle yemeklerini yemez. Görür ki yine de zamlar karşısında ayakta duramaz. Bu andan itibaren İbrahim hafiften kafayı oynatmaya başlar.

İbrahim memurluğun yanında limon satmaya başlar. Zamanla işin raconunu öğrenir kendini geliştirir ama yine de yettiremez. Limondan sonra stat önünde Beşiktaş maçı günü kendi yaptığı Fenerbahçe şapkası satıp bu dalda da kötü bir başlangıç yapar. Fakat kısa zaman sonra amigonun kralı olur maçlarda, eh ticareti de forma ve bayrak satışlarıyla ilerletir. Sonrasında işportacılağa kadar vardırır işi fakat kazandığı böyle de yetmez. Yetişemez İbrahim zamların hızına. Maaşlı işin iyi olduğuna karar veren İbrahim geceleri bulaşıkçılık yapmaya başlar ve en tasarruflu bulaşık yıkayan bulaşıkçı olur. Yine olmaz. Bozacılığı dener. Odun satar. Kiremit dizer çatılara fakat "hafta 7 gün , gün 24 saat. Yetmedi" der İbrahim doktorlara. En nihayetinde kendinden, hayattan kopar ve koşmaya başlar sokaklarda caddelerde soyunarak. Doktorlar yoğun stres sonucu kişilik parçalanması teşhisini koyarlar. Böylece gazetelere Çıplak Vatandaş olarak geçer, ünlenir. Gazete ile yazı dizisi "çıplak vatandaşın hatıraları" ile anlaşma yapar. Gündemin başına oturur. Reklam filmleri, armağanlar derken para içinde yüzmeye başlar İbrahim ve ailesi. Bunu gören fakir halk soyunur. İbrahim akıl hastası olarak hastaneye kapatılır. Sonrasında dertler biter mi bilinmez.

Asılacak kadın filmini de yöneten Başar Sabuncu'nun ilk filmidir ayrıca Çıplak vatandaş. Halen yaşanan geçim sıkıtısı sebebi ile modası geçmeyecek filmlerdendir.

Bach ile haftasonu


Johann Sebastian Bach 1685 yılında Eisenach, Almanya'da doğdu. Bach, hayatı boyunca 1000'in üzerinde beste yaptı. Günümüzde besteleri bir çok filmde soundtrack olarak kullanıldı. Bunlardan bazılarını dinleyelin birlikte.




Double Concerto in D Minor for Violins Second Movement (Children of a Lesser God-1986)


Adagio from Sonata 3 for Cello and Piano (Truly, Madly, Deeply-1990)


Aria da Capo (Hannibal-2001)


Jesu, Joy Of Man's Desiring (Meet the Parents-2000)


Toccata And Fugue In D Minor (The Aviator-2004)

19 Şubat 2009 Perşembe

Boynu Bükük Küheylan


Erdoğan Tokatlı'nın 1990 yılında çektiği Boynu bükük Küheylan merhum Kemal Sunal'ın en çok beğendiğim filmlerinden biridir. Asiye ve Gülfidan isimli iki karısı ile zamanında köyden kente gelmiş ve büyük bir apartmanda kapıcılık yapan İbrahim Küheylan kent yaşamına ayak uydurmaya alışan fakat cahil oldukları her hallerinden belli bir aile babasıdır. Dram türünde olan filmi bilen kişi sayısı azdır diye tahmin ediyorum çünkü; Sunal bu filmde insanları güldürmez hatta tam anlamıyla konu odağı dahi olduğu görüşünde değilim. Kurgu tek bir kişi üstünde değil daha çok aynı evi paylaşan Asiye ve Gülfidan'ın hikayesini de anlatır. Kadınların çalıştırıldığı ve kazandığını erkeğine verdiği, söz hakkı olmayan kadınların çalışmasıyla birlikte gözlerinin açılması sonrasında yavaş yavaş Küheylan'ı terketmeleriyle son bulur film.

Filmi izlerken çekim zamanı gereğince şimdi kullanılmayan araçlara, bmx bisiklete, o dönemin gençlerinin birbirlerine corc ve maykıl isimleriyle hitaplarına gülümseyeceksiniz.

Anna Sui koleksiyon

Anna Sui yine çok güzel kıyafetlerle ağzımın suyunu akıttı. Çizmelerden, saçlardaki aksesuarlara, etek uçlarına, renklerin canlılığına ve bence en önemlisi muhteşem desenli çoraplarına kadar eksiksiz ve feminen bir kolaksiyon olmuş.

Meraklılar ışıl ışıl fotoğrafları büyütüp incelemeliler. Hatta satın almak için;

Harvey Nichols- Istanbul +90.212.319.11.55V2K
Vakkorama - Istanbul +90.212.481.6300

17 Şubat 2009 Salı

Miao

Çin'de bulunan bir kasaba Miao. Gidip görmüş gibi konuştuğuma bakmayın sadece fotoğraflardan aşinayım buraya. Belki bir gün giderim yeşile doyarım, sakinliği ruhumu alır ejderhalarla seyre götürür diye bekler dururum.



Burada kasaba ve halkına dair bilgiler mevcuttur.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Aşk tutulması


Aşk tutulması beklediğimden çok daha sempatik bir film. Tesadüflerle karşılaşan Pınar ve Uğur'un yine aynı tesadüflerle görücü usulü ile tanıştırılmalarına kadar Pınar'ın uğur'u istememesine şahit oluyoruz filmde. Sonrasında ise çok tatlı bir aşk izliyoruz. Futbol sözkonusu olduğunda kadın ve erkekler arasındaki uçurum, erkeklerin takım sevdasının zaman zaman diğer sevdayı dahi unutturabildiği gerçeği, çiftlerin verdikleri tepkiler filmin kemik kurgusu.


Yönetmenliğini 2 Süper Film Birden filminden de hatırlayacağımız Murat Şeker'in yaptığı filminin başrollerini Tolgahan Sayışman ve Fahriye Evcen paylaşıyor. Keyifli vakit geçirmek için izlenmesini tavsiye ediyorum.


Namuslu


O kadar izlenecek filmimin arasından Şener Şen, Adile Naşit, Ayşen Gruda ve Erdal Özyağcılar'ın şahane oynadıklarını düşündüğüm Ertem Eğilmez filmi Namuslu pazar günümü eğlenceli geçirmemin tek sebebidir. Hepimiz biliyoruz değil mi bu filmi? Ali Rıza Öğün devlet dairesinde mutemetlik yapan, dudak uçuklatan namusluluğa, çalışkanlığa ve dürüstlüğe sahip bir garip vatandaştır. Ali Rıza diğer çalışanlar gibi rüşvet yemeyip kısa yoldan köşeyi bulmadığından işyerinde, mahallesinde ve evinde hor görülüp itilip kakılmaktadır. Yüklü miktarda bir teslimat sonrası soyulan Ali Rıza kendini soyduğunu düşünen insanları bunu yapmadığına inandırmaya çalışması ve sonunda beceremeyip kendisine yapıştırılan "hırsız" damgasına göre yaşama başlamasını konu alır. 1984 yılında yapılmış bu filmi reklamsız, dvd kalitesiyle izlemek çok keyifliydi.
Dvd'yi 2,00 TL'ye Carrefour 'dan aldım. Bu tarz filmleri arşivine katmak isteyenlere duyurulur.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Yüzyıllık Yalnızlık

*Kitabı anlatıyorum
Yüzyıllık yalnızlık Macondo'ya göç eden Jose Arcadio Buendia ve karısı Ursula Iguaran'nın 4 nesil sürecek soyunu anlatan bir başyapıttır. Kelimelerini birleştirerek bir büyük sihir dünyası oluşturmuş, gerçek olmayan bir kurguyu sanki dün yaşanmışçasına rahatlıkla anlatan Gabriel Garcia Marquez 1982 yılında Nobel edebiyat ödülü'nü hakederek kucaklamıştır.


Kitap dönüp dönüp bakacağınız bir soyağacıyla başlar. Hikaye ilerledikçe kafanızdaki nesiller yerli yerine oturur ve tüm olayların içinde buluverirsiniz kendinizi. İlk olarak tanık olduğum en sağlam karaktere sahip Ursula'yı gözümde canlandırmakla başladım işe. Sonrasında kızı, mavi ölüm ile konuşabilen Amaranta'yı... Toprak yiyen Rebecca şekillenirken masumluktan uzak, bencilliğe yakın kemikli bir yüz oluştu zihnimde. Tam 4 nesil bir sürü Arcadio ve Aureliano peydahlanır, bunların çoğu delidir yahut normal değildir. Hepsi tek tek incelenir ve tane tane bilgiler verilir hayatları hakkında. İşte bu noktalarda kafa karışıklığı had safhaya ulaşır...


Kitap gerçek ile fantastik yaşam arasındaki sınırı öyle şahane bir biçimde korumuştur ki; ne sahiciliğini ne de fantezisini kaybetmeden, okuyucuya muhteşem vakit geçirterek sahip olduğu büyük ödüle iki elle sarılmıştır. Kitabın içeriğinde geçen Türk mahallesi, Uçan halı, lamba cini, dansöz gibi kültür materyalleri Marquez'in çok yönlü bir araştırmacı olduğunu kanıtlar. Bunun yanında hayal dünyasında cinselliği adaletli bir biçimde serpiştirmiş olması, sayfalardan taşan bir sürü karakterin oluşumunu doğumundan itibaren ölümüyle bizlere anlatmış ve arada asla soru işareti bırakmadan sonlandırmış yazar. Bu cidden çok zor bir iş. Her karakter ölümü tatmıştır ve bunları nedenleriyle bize sunmuştur Marquez. İşte bu sebeple okuması yavaş ve zevkini doyasıya çıkartılması gereken bir eser Cien Anos de Soledad.


Kitabı okuyacaksanız, yıllarca durmadan yağan yağmur, Macondo'yu saran uykusuzluk hastalığı, buna bağlı olarak unutkanlığın son raddeye gelerek görünen herşeyin üzerine yazılmış isimleri ve kullanma talimatları, Jose Arcadio'nun fotoğraf makinesi bağımlılığı ve Tanrı'nın resmini çekerek Tanrı'yı kanıtlama arzusu, Albay Aureliano'nun bir şekilde ölümden hep yırtmış olması, Güzel Remedios uğruna ölümlerin anlatımına bayılacaksınız arkadaşlar.


Keyifli okumalar.

12 Şubat 2009 Perşembe

Der-i saadet Edirne

Edirne hakkında bilgi toplamaya başlamam, Trakyalı olmamın yanında 4 yıl boyunca Edirne'de oturduğum zaman zarfında dikkat etmediğim mekanları, belki de çocukluğun verdiği boşvermişlikle farkına varamadığım büyüyü görmeme neden oldu.

Selimiye Camii



II. Bayezid Külliyesi

Kırkpınar


Karaağaç
Meriç

Edirne'ye mutlaka gidin ve orayı görün arkadaşlar. Emin olun hiç yorulmayacaksınız.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Slumdog Millionaire

Trainspotting ile başlayan Danny Boyle hayranlığım, 28 Days Later... ile devam edip Slumdog Millionaire ile sarsılamazlığını ilan eder.

* Spoiler
Film bir tokatla başlar ve o andan itibaren çok hızlı, kesintisiz, bazı bazı güldüren, çoğunlukla drama bürünerek biter. Jamal Malik ve ağabeyi Salim, Mumbai'nin kenar mahallesinde oturan haşarı iki kardeştir. Kardeşliklerini pekiştiren olay müslümanlara karşı çıkan ayaklanmada annelerinin ölmesi ve iki kardeşin hayatlarını idame ettirmeye çabalamaları, yer yer birbirlerine olan bağlarının sınanan gücü film boyunca ön plandadır.

Çok üstünkörü oldu değil mi? Baştan alalım o halde. Cahilliği her halinden belli olan çaycı Jamal "Who wants to be a millionaire?" yarışmasına sevdiği kız Latika'nın onu tv'de görüp nerede olduğunu bilmesi için katılır. Katılır fakat yaşamı boyunca dürüstlüğü ve çevresine olan dikkati sebebi ile yarışma sırasında çıkan soruları bilir, son soru öncesi zamanı dolar ve yarışma sunucusu tarafından hile yaptığı iddasıyla tutuklanır. Polis tarafından sorguya alınan Jamal soru hanesi altına tek tek yaşadıkları ile cevap verir. İşte film tam burda başlar.


Annelerini kaybeden Jamal ve Salim çöp toplayarak yaşamaya çalışırlar ve artık yanlarında bir de Latika vardır. Bir gün çöplüğe bir adam gelir ve film burda başlar.(!) Kimsesiz çocukları dilendiren adam Salim'in katı yürekliliğinden ve şiddete eğiliminden yararlanmak ister ve onu diğerlerinden ayrıcalıklı kılar. Önünde küçük çocuklara uyguladıkları fiziksel şiddetten Jamal'in de payına düşeceklerin olduğunu sezen Salim, Jamal ve Latika ile kaçmaya başlar fakat Latika yeterince koşamaz ve geride kalır. Yıllarca sürecek ayrılıktır bu. Yıllarca denilen senelerde trenlerde seyahat ederek, her türlü işi icra eder iki kardeş. Para kazanırlar, hırsızlık yaparlar ve büyürler. Jamal artık içinden bir türlü atamadığı Latika'yı aramak ister ve Latika'yı bir genelevde bulur. Yaşanan olaylar sonucunda Salim gelecekte işleyeceği cinayetlerin ilkini işler ve kardeşlerin yolları ayrılır. Yarışmadan kısa bir süre öncesine kadar birbirlerini aramazlar. Salim, mafyanın pis işlerini yaparken, Latika mafya liderinin kapatması olur. Jamal ise çaycılık yaparak hayatta kalır.


Yarışma boyunca her sorulan soru ile Jamal'in hayatı yeniden başlar. Bir çok paragraf yazabilirim sizlere yine yine başlayan bu film hakkında, fakat ne kadar hayal edileceğinden emin değilim. Danny Boyle, muhteşem bir Hindistan gösteriyor bizlere. Fakir, kalabalık, pis, cahil, gelişmemiş bir Hindistan. Bunun yanında doyulamaz renklerle, coşkulu, mutlu bir Hindistan. Danny Boyle büyük bir yönetmen sayın okuyucu. Kamera, ışık, kostüm, oyuncu seçimi enfes. Birbirleri ile benzer, detayların özenle belirlendiği 3 ayrı kişinin bir karakteri oynadığı ender filmlerden.

Bnunların yanısıra Dev Patel'in gözleri, bakışı, duruşu ne kadar varoş ve ezik olduğunu söylese de ukalalığı ve dikkati ile bir o kadar zeki olduğunu anlatıyor Jamal'in. Freida Pinto Latika'nın yaşadıklarını öyle iyi bellemiş ki Jamal'in o bataktan kurtulma çabası karşısındaki umutsuzluğu ve umutsuzluğa verdiği olağan tepkiler çok hoşuma gitti. Filmin bitiş jeneriğinde o alışıldık Hint ezgileri ile dans etmeleri sürpriz oldu bana. Öyle hoş ki Danny Boyle'un yönetmenliğini yaptığını bilmesek bu filmin İngiliz bir yönetmen tarafından çekildiği gerçeğini kabullenmek zor olabilirdi.

İkinci kez izlemeye değer filmlerden.

10 Şubat 2009 Salı

The Curious Case of Benjamin Button

* Fİlm hakkında yorum yapıyorum dikkat ediniz.


Ayak başparmağına batan çalının parmağın üstüne bastıkça can yaktığı gibi irkilmeye sebep olan bir tuhaf hikayenin başkahramanı Benjamin Button. Zamanın tersine işlediği bir büyük saat ile beraber doğan Benjamin nurtopundan ziyade yaşlanmış, pörsümüş ve kırışmış olarak doğarken daha evvel kimsenin başına gelmeyen bir talihsizliği de yanında getirmiştir. Durumdan korkmuş babası tarafından ilk terkedilmeyi yaşayan Benjamin huzurevinin soğuk merdiveninde yeni annesinin ona sahiplenişini beklemiş ve zamanla diğer yaşlılardan ayırdedilemez bir fiziğe bürünmüştür. Yaşı küçük fakat kendi yaşlı bir insanın nasıl olabileceğini tüm ustalığı ile cümle aleme duyurmuş olan Brad Pitt, izleyicinin gözünde daha da yüceleşmiştir.


Filmde Benjamin'in huzurevinde yaş olarak büyümesini fakat fiziksel olarak gençleşmesini ve en sonunda da bebek olmasını görmek bünyede filmin hiç bitmeyecekmiş hissi yaratsa da, diğer yandan Daisy (Cate Blanchett) ile yaşadığı o çift yönlü (mantıklı ve mantıkdışı) ilişkiyi izledikçe hiç bitmesin denilen bir şölen.

Film anlatmakla bitmez, öylesine muhteşem anları vardır ki; hani her cümlenin altını kalemle çizsem yine anlatamam dediğimiz kitaplara benzer. Anlatımından etkilendiğim sahne olarak Daisy'i trafik kazası geçirmesiyle Benjamin'nin yanında bitmesi ve kazanın oluş biçmini, olmama ihtimallerini anlatarak resmen derede dizili taşlardan bizi atlatarak karşı kıyıa geçirmesidir. Bunun için ise harika yönetmen David Fincher alkışları haketmiştir.

Miss Sixty

Miss Sixty koleksiyonunda ilk dikkatimi çeken şey karpuz paça pantolonlar oldu (en azından ben böyle tanımlıyorum), ikinci dikkatimi çeken ise renkler... İç gıcıklayıcı renkler çantanızı kaptığınız gibi mağazaya koşma hissi uyandırmıyorsa adınıza üzülmeden edemem.

Birincisi; önü açık botların rengi ile çanta renginin tezatlığı, jean pantolon ile gömlek ve çanta renginin uyumu, pantolon paçasının orantılı kısalığı göze çok hoş görünüyor. Fakat en çok beğendiğim detay cep delisi olmam sebebi ile pantolon cepleri oldu.

Şifon, kısa şort, topuklu terlik yahut ayakkabı, abartısız bir tişört, bu yılın trendi büyük bilezik, bakımsız saçlar. Pantolon paçalarındaki desenler bu kadar güzel olmak zorunda mıydı? Aynı desende sergilenen bir etek, bir elbise, dar bir pantolon olsaydı bu kadar biçimli durmazdı diye düşünüyorum. Tabi en büyük etken ise paçaların bilekte büzülmüş olması.

Yeşil ile kırık parlak beyaz uyumu, hareketli kumaş pantolon, küçük büstiyer, şifon gömlek ve tabii ki büyük bilezik.

8 Şubat 2009 Pazar

Reggae bile yaparım


Cumartesi günü çarşıya kahve içmeye çıktığımızda Taksim Özsüt'te Thomas, Barcelona Cafe'de makarna yiyeceğimizi ardından Cezayir Sokağı'nda oturup soluklanacağımızı ve en önemlisi de Nayah'ta reggae yaparak saat 0400'da Ortaköy'de sahlep içeceğimizi bilmiyorduk.

7 Şubat 2009 Cumartesi

Handel ile haftasonu


George frederic handel (d. 1685 - ö. 1759 ), müzik tarihine opera, oratoryo, kantata, düet gibi vokal eserleriyle geçen Alman klasik batı müziği bestecisi. 42 yaşından sonra İngiliz vatandaşı olmuş, Georg Friedrich Händel olan adını George Frideric Handel olarak değiştirmiştir. Hiç bir ülkenin ulusal biçemini simgelemeyen uluslararası nitelikte bir besteci olan Handel, yaşamında büyük üne kavuşmuş ve ününü ölümünden sonra da sürdürmüştür.

Halle kentindeki Handel Müzesi'ne buradan bakılabilir.

The Arrival of the Queen of Sheba (Four Weddings and a Funeral)


Sarabande Main Title (Barry Lyndon)


Hallelujah Chorus (Bridget Jones's Dairy)

Anketçi


Boş zamanlarınızda boşboş oturup anket cevaplamayı benim kadar seviyorsanız ve "benden iyi anketör olurdu da hayat işte" diyenler anket-im sitesi işinize yarayacaktır.

5 Şubat 2009 Perşembe

Alexander McQueen

Alexander McQueen 2009 yılında fazla parlak olmayı seçmişse de 2008'deki koleksiyonu benim o yılın en favori koleksiyonumdu.

2009 Yılı başında sergilediği kreasyon ise daha modern ve dediğim gibi parıltılı.

4 Şubat 2009 Çarşamba

DAY2009


Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), 2009 yılını, Galileo Galilei ’nin teleskopla yaptığı ilk gökyüzü gözleminin 400. yıldönümü olması sebebiyle Dünya Astronomi Yılı ilan etti. UNESCO bu çağrıya ortak oldu ve Birleşmiş Milletler, 2009 senesini Dünya Astronomi Yılı olarak kabul etti.

Evren sizi bekliyor…” çağrısıyla DAY 2009, sene boyunca gerçekleşecek etkinlikler ile dileyen herkesi astronomiyle kaynaştırmayı hedefliyor.

2009 Dünya astronomi yılı broşürü için bu linkten, 2009 gök olayları yıllığı için ise buradan gerekli .pdf dosyalarına ulaşılabilir.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Yes Man

* İzlememişler dikkat bodoslama anlatıcam.

Jim Carry'nin son filmi Yes Man 3 yıl evvel kendisinden ayrılmış karısının ardından bunalımında yaşayan, zamanla içine kapanmış, kendini hayattan soyutlamış ve kendisine sunulan seçeneklere "hayır" demeyi farkında olmayarak huy edinmiş Carl adında bir adamın hikayesi. Film Carl'ın hayatını değiştiren, herşeye "evet" demeyi görev bilen bir tarikatın seminerine katılmakla başlıyor. Bu (herşeye evet demek) Carl için bir süre zor olsa da sonrasında pozitifliğin hayatı iyi yönde değiştirdiğine tanık oldukça herşeye, her teklife "evet" demekte bir sakınca görmüyor ve durumu abartıyor. Kişinin kendi kendisini koşullandırması durumunu Jim Carry çok iyi yansıtmış. Herhangi bir durumda "hayır" cevabını verdikten sonra yaşadığı panik duygusu, "muhakkak bir müsibet gelip beni bulacak" düşüncesi ile belayı üstüne çeken Carl, aynı durum karşısında "hayır"'ı "evet"'e çevirerek bilinçsiz biçimde olayları verdiği bu iki yanıta bağlıyor.


Film tabii ki sadece Jim Carry'den yani Carl'dan ibaret değil. Carl'ın patronu banka müdürü asosyal insan Norman'nın (norm) hayata karışabilmek adına verdiği saçma sapan ev partileri; nedir bunlar? Mesela Harry Potter tribute partisi, 300 Spartalı gecesi gibi... Norman (Rhys Darby) ve Carl'ın birbirlerine Norm ve Car (Kankalık emaresi) diye hitap etmelerindeki samimi olma çabası. Carl'ın berbat bir müzik grubu solisti olan Allison'a aşık olarak onunla sabahın bir körü jogging yapmak için çabalaması. (Bu arada Allison sabahları bir grup insana koşarak fotoğraf çekimi hakkında ders vermektedir. Koşarak fotoğraf çekebilmenin incelikleri denilebilir buna. Belirtmem gerekiyordu çünkü bu deli saçması bir durum).... Carl'ın Allison'a "evet" derken katıldığı seminerlerin herhangi bir etkisinin olmaması, Allison'nın semineri öğrenmesi ve Carl'ın kavga sonrasındaki tepkisi;

A:Uzak dur benden.
Emri almış Carl koşarak uzaklaşır. Sonra durur.
A: Daha uzağa... diye bağırır.
Carl gözden kaybolur. (Ben burada koptum)

Filmde Amerikan polisinin iyice kafayı sıyırdığını görebileceğimiz sahne; Carl'ın aynı zamanda (yaşama dahil olma) Korece öğrenmiş olması, soyadının Marx olmasa da adının Carl olması, İnternetten İran'lı bir hatunla tanışarak bir araya gelmesi, Organik tarımcıya kredi vermesi gibi detaylar Carl'ı terörist ilan ettikleri andır.

Filmde Jim Carry bungee jumping sahnesinde dublör kullanmamış ve olduğu gibi kendisi oynamıştır. Hatta kafa üstü telefonla konuşmuştur.



Armani Privé

Armani Privé 2009 İlkbahar koleksiyonunu çıkartmış, sunmuş, büyülemiş. Etek boyları dizlerin altında ve dar uzanıyor. Ceketler sivri ve belden oyuk. Gece elbiseleri inanılmaz ışıltılı ve abartısız. Fotoğrafları büyüterek bakarsanız eğer üst giysilerin işlemelerini daha iyi inceleyebilirsiniz. Bu sene bacakları kapatan tasarımcılar boynu ve omuzları açık bırakmış.

Rica: Diz altı etekleri giymek için bacak boyunuzun uzun olmasına dikkat edin lütfen. Armani kısa boylu kadınlara (ne kadar kısa derseniz; 1.70 cm ve altı olabilir-ben dahil) bu yıl hitap etmiyor. Devamlı Armani giyermişiz gibi konuştum ya affola :)