23 Haziran 2011 Perşembe

Bin Muhteşem Güneş



Eskişehir dönüşü yapışarak okuduğum Khaled Hosseini'ye ait Bin Muhteşem Güneş isimli kitabı - ki kitapseverler çok zaman evvel okumuşlardır eminim - daha yeni okumanın pişmanlığını duyuyorum.

Afganistan'da geçen hikaye umutsuzdur benim gözümde. 1970'ler ile 2002 yılları arasını anlatan yazar, sosyolojik değişimi gözümüze sokar. Meryem ile Leyla'nın hikayesinin anlatıldığı romanın gerçekliliğini bilmek tüyleri ürpertmekle kalmıyor ayrıca gelecekten de korkutuyor insanı. Açıkçası beni huzursuz eden bir kitaptı. Ağlamış mıyım? Tabii ki hayır. Sadece ürktüm. "pis kötülerin" bir topluma neler yapabileceklerinden çekindim. Nana'ya üzüldüm, sonra Meryem'e üzüldüm (en çok beni parçalayan karakterdi), Tarık'a ve annesine sonra babasına üzüldüm. Leyla'ya üzüldüm. Annesine ve babasına da çok üzüldüm. Azize'ye üzüldüm. Sonra Afgan halkına yandım. Ölümlere vahlandım. Kadınların esaretine yakındım. En sonunda sustum. Adalet aradım yaşananlarda,


ama yoktu...


PS: Kapak fotoğrafı daha iyi seçilebilirmiş.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Acımadı ki

Kendimi dövdüreli sadece 4 saat oldu..

Teşekkürler Cüneyt Sönmez

Ps: Acımadı ki acımadı ki =)

9 Haziran 2011 Perşembe

Dehşet Hikayeleri






Son 1 haftada durup dinlenmeden Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri ve Kara Gemi'den Dehşet Hikayeleri isimli harika iki kitabı büyük bir coşkuyla okuduğumu söylemek isterim. Bu iki hikaye kitabı Chris Priestley isimli yazara ait olmakla birlikte kitapların bitimi bende açlık hissi yaratmıştır. "3. olsa", "keşke yazmış olsa" ben de oturup birbirinden korkunç hikayelerle beslenebilsem diye diledim. Nafile.

Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri; Edgar'ın büyük büyük amcası Montague'dan dinlediği birbirinden korkunç ve tüyleri diken diken eden masallarını anlatır. Amcasının evine o korkunç ormandan yürüyerek gitmek zorunda kalan Edgar evin basık ve karanlığından ürkmesine rağmen korkunç hikayelerden artık etkilenmediğini söylese de aslında çok korkmakta ve tedirginlik duymaktadır. Öykülerin her biri gerçekte yaşanmış ve her daim çocuk kurbanların başına geldiği için belki de çoğumuzun küçükken birbirimize anlattığımız hayalet, in, cin ve bazı hortlak hikayeleriyle bağdaştırdığımızdan olsa gerek inanılmaz sürükleyici. Beni en çok etkileyen ise; Harran'da geçen cin hikayesiydi. Osmanlı'nın son zamanlarında babasıyla Urfa'ya giden Frank'ın bir köyde parçalanmış bir çocuğun cesedini görmesiyle gelişen olayları anlatıyor.

Kara Gemi'den Dehşey hikayeleri; Gotik romanın çağdaş ustası Chris Priestley'den tüyler ürpertici deniz hikâyeleri gemisini yutan kara bir okyanusu yarıp çıkan denizci gibi karanlığın içinde nefes nefese uyandım. Ethan ve Cathy, bir uçurumun tepesine kurulmuş eski bir handa babalarıyla birlikte yaşıyordu. Bulundukları bölge üç gündür hiç dinmeyen vahşi ve azgın bir fırtınaya teslim olmuş, gemicilerin sığınağı olarak bilinen Eski Han kimselerin uğrayamadığı ıssız bir hale bürünmüştü. Fırtınanın üçüncü gecesi Ethan ve Cathy aniden rahatsızlandı. Babaları da çaresizce onları yalnız bırakarak doktor çağırmak üzere handan ayrıldı. Hanın ıssızlığına teslim olmamak için kitap okumaya yönelen çocuklara, fırtınanın olağan gücüyle sürükleyerek getirdiği gizemli bir konuğu vardı: Denizci Jonah Thackeray. Peki bu davetsiz misafirin yolu, gecenin kör bir vaktinde nasıl bu hana düşmüştü? Babaları küçük Ethan ve Cathy'ye nasıl bir oyun hazırlamıştı? Thackeray'in, Ethan ve Cathy'ye, uzak denizlerde başından geçen olayları anlattığı kan ve dehşet dolu korkunç hikâyelerin ardındaki sır neydi? Kaleme aldığı Dehşet Hikâyeleri serisinin ilk kitabı Montegue Amcanın Dehşet Hikâyeleri ile dünya genelinde büyük yankı uyandıran ve Edgar Allan Poe'nun çağdaş bir veliahttı olarak gösterilen Chris Priestley, Kara Gemiden Dehşet Hikâyeleri adını verdiği ikinci kitabında uzak diyarlara sefere çıkan denizcilerin, göçmenlerin ve yoksul ailelerin başından geçen dehşetengiz olayları hikâye içerisinde geçen küçük öykücüklerle resmetmiş. Genel anlamda korku hikâyelerine eğilimli olduğunu söyleyen, Charles Dickens'ın, M.R. James'ın, Saki'nin ve Edgar Allan Poe'nun kısa öykülerini okumaktan kendini alıkoyamadığını belirten Priestley, adı geçen yazarlardan aldığı ilhamı kitaplarında son derece kişilikli bir şekilde yorumlayan özgün bir stile sahip. Sakın karanlıkta dolaşmayın! Zaten Ethan ve Cathy'nin taşıdığı esrarengiz sır nefesinizi kesmeye yetecek! (
Arka kapak)

3 Haziran 2011 Cuma

Je Veux




Sizin iyi davranışlarınızdan bıktım, bu bana fazla !
Doğrudan konuşurum ve açık sözlüyüm, özür dilerim !
İkiyüzlülüğe bir son verin, bıktım bundan !
Odunların dilinden bıktım !

1 Haziran 2011 Çarşamba

Taş Uykusu




Aslı Tohumcu 'yu ilk kez okumak istedim. Taş Uykusu isimli kitabını aldım oturdum koltuğuma.. Bir hevesle başladım okumaya; bir otobüs, otobüs durakları, otobüs duraklarında ve yol üstünde bulunan reklam tabelaları, teker teker otobüse binen yolcular, onların akıllarından geçenler ve hayatlarına dair kendi ağızlarından anlatılanlar. Olmamış bu kitap. Hiçbir bağlayıcılığı, sürükleyiciliği yok.. Kişiler karman çorman ve bolük bölük yaşamları.. Mesela (X kişi) diye başladığı birer paragraflık o anda aklından geçen şeyleri belitmiş.. Fakat sadece X kişisi yok tüm alfabe orada ve ara ara bu kişiler tekrardan karşımıza çıkıp aynı şeyleri dile getirip okuyucunun zaman kaybı bir kitap sanki duygularını katmerliyor. Mesela otobüse ben biniyorum;

"(Burcu) Kitabı okuyorum ama neden hep aynı şeyleri söylüyor... Bu ne iğrenç bir por.no üslubu yaa.. Yazarda böyle bir fantazi falan mı var acaba? Yooook canıııım sadece denk gelmiştir herhalde... En iyisi diğer kitabıma geçeyim daha fazla bu işkenceye katlanamayacağım.. "

Kitabın tarzı ve konusu dışlında diyebilirim ki;
Kırmızı Kedi Yayınları'nı göz hapsinde tutuyorum... Çok hoşuma gitmeye başladı kapak basımları... Hele İnci Aral'ın kitabından sonra takipteyim.