30 Aralık 2010 Perşembe

Öyle Bir Geçer Zaman ki

İzlendiğinde insanı haline şükrettiren bir  dizi var ya ekranlarda işte onunla ilgili bir şeyler anlatmazsam çatlayacağım.

--- spoiler ---
Ali
İzlediğimiz bunca bölümde yaşananlara tek sebep ali kaptanın önü alınamaz kompleksidir. Ali kaptan yokluğunda  ailesi tarafından özlenmez. Ailesi o yokken de yaşayabilmekte ve mutlu olabilmektedir. Cemile çocukları ile bir bütün ve tam bir ailedir babanın denizde olduğu zamanlarda. Bütündürler dedim ya. Ali ise denizde yalnızdır. Aylar sonra eve geldiğinde çocuklarına aile reisinin kendisi olduğunu gösterme çabasına girer fakat bunu öylesine bencilce, katı tutumlarla yapar ki ters teper ve çocukları Ali'den huzursuz olurlar. Çocukları üzerinde etkili olamadığını ve onların kendisi olmadığında ne kadar mutlu olduklarını gördükçe daha da kinlenir, hazmedemez bu durumu. Ali zayıf karakterli, zavallı denilebilecek bir yapıdadır. kendi oğlu Mete'yi dahi kıskanacak kadar kendine güvensizdir. Bundandır ki Caroline'e ihtiyaç duyar. Egosunu Caroline'nin uzun boyunda, sarı saçlarında, işvesinde cilvesinde tatmin eder. Ölüm kapısına dayandığında ise Cemile'den helallik ister. Böylesi acizdir.

Cemile
Zamanında annesinin ölümüyle baba evinde huzursuz günler geçiren Cemile Ali ile tanışır. Anladığım kadarı ile üvey anneden de kurtulma derdiyle evlenir ve bomboş, fakir bir eve gelin gider. evi yuva yapar Cemile. Didinir, çocuklar doğdukça daha da didinir. Evlidir fakat günümüzün bekar anneleri gibidir. Yalnızdır çoğu zaman. Bütün yük omuzlarındadır. Tek bir isteği vardır; kocasının uzaklardan geldiği o sürede kendisine ve çocuklarına şefkat göstermesi, onları sevmesidir. Fakat  kocası artık onu sevmemekte hatta hor görmektedir. Evde büyük huzursuzluk vardır Ali geldikçe. Herkesi idare etme görevi de yine Cemile'ye aittir. Öyle ki aldatıldığının anlaşıldığı vakit Mete'nin babasına saldırmasında yine de Mete'ye Ali'nin onun babası olduğunu anlatmaya çalışır. Çocuklarını olaya karışltırmamaya çabalar. Cemile'nin yaşadıkları çok ağır olaylardır bakıldığında. Cemile önce bir kadındır ve hayal kırıklığı tarif edilemeyecek şekilde büyüktür. Nasıl bir adamla evli olduğunu yaşayarak görmekte ve hata yaptığını ilk kez kendisine itiraf etmektedir. Kıskançlık duyar Caroline'e. Onu tepeden tırnağa süzer ve cinnet anında kadını bıçaklar. Çünkü zarar vermek istemiştir Calonie'e, Ali'ye ve tüm dünyaya. Kabullenememektedir bu durumu. Cemile hapse düşer. Cemile kendi evinde kocasını başka bir kadınla öpüşüp dans ederken yakalar. Cemile kendi evinde o kadının izlerine tanık olur. Cemile çocuklarının kış vakti sokaklarda kaldığını öğrenir. Cemile kocasının onları evden atmak için polisle kapıya dayanacak kadar soysuz olduğunu anlar. Bir kadın olarak Cemile çok fazla güçlüdür. Yıkılmamaktadır. Herşeye rağmen çocukları ile birliktedir. Birlikten kuvvet doğar felsefesi ile daha da tutunurlar birbirlerine. Ve bu tutunuş Ali'yi çileden çıkartan en büyük durumdur. Onlar bir arada ve mutlu iken Ali belki de sevdiğini sandığı Caroline ile yalnız ve evet, mutsuz bir yaşama gittiğinin farkındadır. Bu farkındalık belki de ona yeni bir hayat kurma düşüncesini bağıra bağıra söyletmektedir. Kendini de inandırmaktır aslında tüm amacı. Cemile, annedir. Yıkılmaz bir kaledir. Fakat hayatının ikinci büyük hatasını Osman ile Mete arasında yaptığı tercihle izletir bize. Fakat anneler de çaresiz kalabilir, yanlış karar verebilir. Mete'nin annesiz bir süre yaşayabileceğini aklına getirmez. Mete hapse atılırsa hayatının kararacağından emindir. Ayrıca evin bir erkeğe ihtiyacı vardır.  Bbu sebep ile sıkışmıştır ve Osman'dan vazgeçer. Bunu Osman'nın bütün eşyalarını bavula koymasından anlayabiliyoruz. Halbuki Osman'nın Mete'den daha fazla anne'ye ihtiyacı vardır. Osman annesiz yaşayamaz. Cemile bunu gelecekte anlayacaktır fakat geç olacaktır sanırım.

Caroline
Gücü ve erkekler üzerinde egemenlik kurmayı seven bir kadındır. Amaçlarını belirler ve bunlara ulaşmak için her yolu deneyebilecek kapasitededir. Kendi ülkesinde yaptığı soygun sonrası ortağı ve aynı zamanda sevgilisi olan Ekber'i hapse yollayan Caroline Ali ile tanışır ve Ali'ye aşık olur. Bbunda Ali'nin boyunun posunun yanında parmakta oynatılacak kadar zayıf karakterinin de etkisi vardır. Türkiye'ye gelmesi ise artık Hollanda'da yaşamak istememesi ve Ali ile acilen yeni bir hayat kurmak istemesidir. Fakat Cemile tarafından bıçaklanması bunun pek de o kadar kolay olmadığını anlamasına neden olur. Caroline Cemile karşısında büyük kıskançlık duymaktadır. Cemile gibi bir kadının Ali 'yle nasıl evli olabileceğini düşündükçe daha da kıskanır ve duyduğu aşağalık kompleksi Ali'ye daha da gaz vermesine neden olur. Cemile'nin güçlü bir kadın olması, onu görmezden gelmesi, ağırbaşlılığı Caroline'e hiçbir zaman aşamayacağı bir engel gibi gelmektedir. Bunu bildiği için de Cemile'yi ve çocuklarını mahvetmek için elinden geleni ardına koymaz. Ali onun en güzel aracıdır. Fakat Ali'nin onun sözünden çıkıp da kendi iradesi ile birşeyler yapmasına tahammül edemez. Bencildir Caroline, sadece kendi vardır. Kazık attığı eski sevdiceği Ekber geldiğinde olacakları ise Türk izleyicisi keyifle izleyecektir.

Berrin
Evin en büyük çocuğu Berrin ayrıca ailenin anneyle empati kurabilen tek bireyidir de. Aile içindeki huzursuzluk erken büyümesine yol açmıştır Berrin'nin. Annenin ev içinde ve dışında en büyük yardımcısı, akıl danışanılanıdır. Okumuştur. Üniversitelidir, hukukçudur, inatçı ve idealisttir. Bazen bir çocuk, bazen bir anne ve bazen de saftır. Babanın kaba saba davranışlarıyla utanandır. Ahmet'e aşıktır. Hakan tarafından aşık olunandır. Berrin Ahmet'in evli olduğunu öğrenmiştir. Acaba o da bir Caroline midir?  Gözyaşlarının ve öfkesinin çoğu kendinedir. Ahmet acaba babası gibi bir erkek midir ki karısı olduğu halde Berrin'e yanaşmıştır. Bunu hazmedemez Berrin. Diğer yanda geleceği parlak Hakan vardır. Ona sonsuz korunma sunacak olan Hakan kibirlidir Berrin'e göre. Dudakları Ahmet'in dudaklarındayken bilmez ki geleceğini Hakan belirleyecektir.

Aylin
Yaşı gereği aklı bir karış havadaymış gibi izledik ilk bölümlerde Aylin'i. Ailedeki kavgalı gecelerin sabahında herkesle barışık olan Aylin kuzeni Mesude'nin etkisiyle başka bir dünya düşlemektedir. 16 yaşında bir kız için gayet normal duyguları vardır. Babanın tutumlarına alışmış ve artık umursamamaktadır. Belki de babadan korkmaktadır, çekinmektedir. Babanın sevgisine daha bir muhtaçtır. Babası diğerlerinin aksine ona sarıldığı ender anlarda yüzündeki ifadeden bunu görebilmekteyiz. Aylin'nin değişmesi Soner'i tanıdığı günle başlar. Olgunlaşması Soner'le çiftlik evine gittiği gündür. Soner'in Aylin'e kardeşi Murat ile evlenmesini teklif ettiği gün ise Aylin artık hayatı tam manası ile anlar. Haksızlığa uğradığını düşünür ve bir anda Soner'e bağırmaya başlar. Bir kaç tabak ve kadeh kırmıştır kalbine karşılık. O kırılırken, bir gururunun olduğunu keşfeder. Gururudur onu, o gece elbisesi ile sokaklarda bir başına ağlayarak yürüten, gururudur Soner'in ona aldığı takıları çıkartıp arabaya fırlatan, gururudur Soner'in tüm tekliflerini geri çevirerek onu dağ başında çamurlar içindeki evde yaşatan. Aylin'i Mesude'den ayıran da budur zaten. Fakat Aylin'nin daha vakti gelmemiştir, gelecekte çok taşları oynatacaktır yerinden. Bu böyle biline.

Mete
Babanın yokluğunda ailesini koruyup kollama görevini üstlenmiş, ergenliğin getirdiği gerginliğe eklenen baba ile geçimsizlik Mete'yi öfkeli ve fevri yapmaktadır. Devamlı savunmaya hazır hali de bundan kaynaklanmaktadır. Mete özünde kırılgan ve duygusaldır. Şefkatlidir kadınlara karşı. Annesi onun için en değerlidir hayatta. Babası ise en büyük düşman. Haksızlık asla kabullenemediğidir. Bu uğurda evini ateşe verecek kadar da gözükaradır. 15 yaşında bir büyük adamdır. Mete mutluluğu bir mandolinde bulan bir çocuktur diğer yandan. Onu öven ve takdir eden öğretmenine aşık oluveren yeniyetmedir. İnci öğretmenin birkaç tatlı lafı Mete'yi bambaşka biri haline getirivermektedir, yüzü aydınlanır. Sevgidir aradığı hayatta. Babasında bulamadığı sevgiyi arar durur fakat bilmez ki günden güne babasına daha çok benzer öfkesi. Mete büyük bir adam olmayacaktır gelecekte. Kendisini ailesine adayacaktır ve belki de kalbi her daim kırık olacaktır kimbilir.

Osman
5 yaşında bir çocuğun sessizliği var Osman'da. Hani misafirliğe gittiğinde uslu uslu oturup boyama kitabını boyayan çocuk gibidir. Susması gerektiğinde susar. Belki de susması gerektiğini babası eve geldiği vakitlerde öğrenmiştir. 5 yaşında bir çocuktan daha çok gözlem yapar sustuğunda. İzleyerek öğrenir çoğu şeyi. Berrin'den aşkı öğrenir, aşkın mutlu ettiğini anlar. Ahmet'in notunun Berrin'nin yüzünde yarattığı parlamayı görür. Berrin Osman için gül şurubu yapabilen ikinci bir annedir. Bir bölümde söylediği gibi; annesi yokken aslında Berrin de annesizdir.  Mete'de ise öfkeyi izler Osman. Çaresizliği izler. Asla yıkılmamayı ve pes etmemeyi öğrenir. Osman küçük yaşında kahramanı yaptığı babasının gerçekte onlara ne kadar kötü şeyler yaptığına tanık olur. Hayalleri yıkılır, tuz buz olup gözünden akar yaş olarak. Babası onları her incittiğinde biraz daha geri çekilir. Ve gün gelir babasını beklememeyi öğrenir. Bilir ki babası onu sever; fakat Osman babasının sadece onu değil; annesini, Berrin'i, Aylin'i ve Mete'yi de bir o kadar sevmesini ister. Gelecekte babasından intikam alacak kişinin de Osman olmayacağını kim garanti edebilir?

--- spoiler ---
Sonuç itibari ile bu diziyi izlerken sinirleniyoruz, ağlıyoruz ve sonunu merak ediyoruz. Biliyoruz ki bunları yaşayan çok aile var.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Tanrı'nın boş vakti var mı?

Eğer Tanrı'dan istedikleriniz gerçekleşmiyorsa bir kez daha istemek için harekete geçin. Yine olmuyorsa mesaj bırakmayı deneyin. Emin olun ki çok meşguldür. Ona bir şans tanıyın. Belirli bir sürenin sonunda amacınıza hala ulaşamamışsanız yapılacak en iyi şey iki şişe şarap alıp sızana kadar için; bunu en çok 3 gün üst üste yapmanızı tavsiye ederim. 4. günün sabahı da  aynı boş güne uyanırsanız artık o dileğinizi çöpe atma vaktiniz gelmiş demektir. Yeni bir dilek dilemeniz için de düşünme evresini iyi kullanmak ve isteği belirtmek için tam zamanının seçilmesi önemlidir. Seçemiyorsanız bir bilene danışın lütfen.

5 farklı dilek hakkınızın sonunda ya kendinizi yada Tanrı'yı terk etmeniz önemle rica olunur.

9 Aralık 2010 Perşembe

Sol gözü mavi köpek

Sabahın kör vaktinde sol gözü mavi bir köpeğin gelip de üstüme tırmanması ayrı bir durumdu benim için. 35-40 saniye kadar öylece bakışmamızın detayına girmiyorum bile.  Soğukkanlılığım beni feci şaşırtıyor bazı bazı. Geçmiş zamanda Allahın hırsızıyla tutup 5 dakika muhabbet etmem ve "sen dur bekle" diyerek onu şikayete gitmem de ayrı bir masalın konusu. Ben bu soğukkanlılık mevzunu "bile bile piçin birine aşık olup" "ayarı yedikten" sonraki ilk 5 dakikada boğaza takılıp kalan  buz kütlesinin  bünyede yarattığı havasızlığa benzetiyorum.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Bazı insanların gerçekten  çok kıytırık amaçları var.  Zaten amaçları olanları hiçbir zaman anlayamamışımdır. Zaten öleceğiz sonunda ne diye hırs falan yapıyorlar? Ciddi anlamda saçma bir durum.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Başlık bulamadım şimdi

Odamda oturup boş boş ortalığı izlerken gözüme uzun zamandır yazarım diyerek alıp oraya buraya koyduğum defterler gözüme çarptı. Ciddi çarpık bir el yazısına sahip olmama, kalem tutarken parmaklarımı çok fazla sıkmama rağmen yazmayacağımı bile bile defterler almamın amacını halen anlayamıyorum. Aynı şekilde asla amacı dahilinde bir ajandayı kullanmadım. Kullanmaya çalıştığımda ise “ne yazmışım acaba” yahut “benim bugün programım nedir?” diye dönüp asla baktığımı hatırlamıyorum. Ajanda insanın kendi günlük düzenini tutması için değil, başka birisinin sizin gündeminizi takip etmesi için olagelmiş bir gereksiz icad. Çünkü yapacağım herşey aklımda ve bunları unutmuyorum.

Çevremdeki insanlar liste yapıyorlar. Alışveriş listesi, tatilde gidilecek yerlerin listesi, bavul hazırlama listesi... O kadar çok liste varki çevrede dikkat ederseniz. Bazıları da “okula giderken şu şu kitabı almayı unutma” diye kendilerine not bırakıyorlar –ki o kişi hayatımın çok fazla dışında.

İnsan kendine not bırakır mı? Şimdi kendime birşeyler yazıp buzdolabının üstüne astığımı farzediyorum. Günde buzdolabı kapağını açma kapama sayımı da göz önünde bulundurursam o notu yazdığımı ancak günler geçtikten sonra farkedeceğimden adım gibi eminim.

*****

Bir süredir değişik değişik blogları okuyorum. Okuyorum diyorum ama yok öyle bir şey çünkü okunacak bir şey yazan kimse yok. Şöyle ki; blog dünyası moda çöplüğüne dönmüş. Denk geldiğim blogların %70’i yeni aldığı Prada ayakkabıları sergileme sevdasıyla küçücük popolarına giydikleri jeanleri ve kollarına taktıkları miu miu çantaların deli divane fotoğrafını çekiyorlar ve bunları blog haline getiriyorlar. Böylece bizim okumamızı gerektiren hiçbir halt olmuyor. Sadece bakıyoruz. Aynı duruş, aynı bakış, blogların 10. Sayfasından itibaren zıplarken, arkadan atılan bir bakış, bir bacak havada, ceket artık omuzda ama hep aynı bakışın yer aldığı “ artık farklı poz veriyorum” fotoğraflarına rastlıyorsunuz. Kalan %20’lik moda bloggerı belki de ünlü tasarımcı kıyafetleri alamıyor olsa gerek ki defile fotoğraflarını, ünlüler şunu giymiş bunu giymiş, pişti olmuş eteklerle kendilerini eyliyorlar. %10’nunun ise ne yaptığı belli değil bir garip eğlence içerisindeler. Demem o ki; artık blog okuyan yok. Bloglara şöyle bir bakıp kapatıyorum. Çünkü kimin ne giydiği kimseyi ilgilendirmiyor, hele ki beni hiç.

***
Tımarhaneye yatmaya karar verdiğim şu günlerde okuduğum kitapları anlatacak kadar akıllı hissetmiyorum kendimi,   bu sebepten son 1,5 ayda okunan kitapların fotoğraflarına bakıp dilediğinizi alıp okuyun derim ben. Merak ettiğiniz bir şey olursa bir seans size kitap hakkında düşüncelerimi anlatırım.


14 Ekim 2010 Perşembe

Alışverişkolik ve Pembe Dünyası


Kitap serilerini bazı bazı son kitaptan ilkine doğru giderek okuyorum. Alışverişkolik serisi de bundan nasibini alanlar arasında. Sophie Kinsella'nın yazdığı seri inanılmaz eğlenceli. Çoğu bayanın okuduğunu düşündüğüm tipik İngiliz bir aileye sahip Rebecca Bloomwood maceralarının ilki olan Alışverişkolik ve Pembe Dünyası'nda Rebecca'nın kim olduğunu, Luke Brandon ile nasıl tanıştığını, muhteşem Suze ve Rebecca'nın dostluğunu,  alışveriş yapmanın dayanılmazlığını ve mutlu olmak için alışverişin en iyi dost olduğunu öğreniyoruz.

Yönetmenler kısa bir süre evvel kitap satışlarından paylarına düşeni almak için kitabı beyaz perdeye uyarlayarak büyük bir hata yaptılar. Kitap ile aynı paralelde gitmeyen filmin başrol oyuncusu tam bir felaketti ve kötü olan bir filmi daha da batırma becerisini gösterdiğine şüphem yok. Belki Bridget Jones'un muhteşem başarısını yakalayabilirlerdi tabii bu kötü yapım olmasaydı.  Demek istiyorum ki filmleri boşverin kitapları okumadıysanız kış aylarına girerken Alışverişkolik Rebecca'yı tanımak için harika bir zamanlama.

Ayrıca İnkılâp'tan yayınlanan kitap kapağı tam bir rezalet. Kapaktaki resim, kitap isminde farklı renklerin kullanılmış olması kitabı basit göstermekten başka bir işe yaramamış. Keşke orjinal kapak baskılarına sadık kalınsa değil mi?

Alışverişkolik serisinin diğer kitapları için;

Alışverişkolik Yurtdışında
Alışverişkolik ve Evlilik
Alışverişkolik ve Ablası

6 Ekim 2010 Çarşamba

Frankenstein - Mirasyedi 1. Kitap



Dean Koontz ve Kevin J. Anderson'nın yazdığı Frankenstein kitap serisi aslında tv dizisi olarak düşünülerek meydana getirilmiş bir yapıt. Fakat deneme çekimleri sonucunda televizyon yapımcıları bu muhteşem kurgu üzerinde değişiklik yapmak isteyince Dean Koontz bu projeden vazgeçerek 3 kitap halinde bir seri yazarak durumu sonlandırma yolunu seçmiş. Bence gayet doğru bir karar vererek bu güzel kitabı dizi yamyamlarından korumuş. Aksi halde kitabın insan üzerinde yarattığı etkiyi tv izleyicileri yeteri kadar hissedemeyecekler ve bir zaman sonra tozlu arşiv odalarında çürümeye bırakılacaktı.

Frankenstein serisi kısa bölümlerden oluşan ve bilindik Koontz tarzında  olaydan olaya, bir karakterden diğerine atlayarak okuyucunun aklını çalıştırmasını ve belleğine kazımasını sağlıyor.

*Spoiler

1. Kitap Mirasyedi adıyla çıkıyor. İnsanlığı Eski Irk olarak nitelendiren Victor Helios 200 yıldır yeni ırk yaratma peşindedir. Fakat yaratılan yeni ırk kendilerinde olmayan "mutluluk" u merak ederek eski ırkın (yeni bu biz oluyoruz) bedeninde aramaya başlar. Yıllardır çevreye yayılan bu yeni ırkın tek amacı "baba"'larının emriye zamanı geldiğinde eski ırkı ortadan kaldırarak yeni bir düzen kurmaktır. Fakat işler Victor'ın istediği gibi gitmez ve yeni ırk kendi yaradılışlarındaki eksiklikleri telafi edebilme çabası ile cinayet işlemeye başlarlar.   Şehirde işlenen cinayetler ise bu durumu dedektiflerin öğrenmesine sebep olur. Bilim kurgunun ön planda olduğu kitap Koontz serisinin en iyilerindendir.

Taviye ediyorum.

30 Eylül 2010 Perşembe

The Flintstones

50 yıldır neredeyse her çocuğun ilgisini çekmeyi başarmış bir yapım Taş Devri. Yani The Flintstones. Zamanın en renkli çizgi filmi olduğu su götürmez bir gerçek.  Çocukların hayal gücünü geliştirmesinin yanında çocuklarla birlikte izleyen ebeveynleri de sıkmayan yapım 1960 yılından beri ekranlarda.

Değişmeyen kıyafetleri, saç şekillleri ile akıllarda soru işareti bırakmışsa da günlük hayatımızda kullandığımız makinelerin yerlerinde hayvanların olması ise çizgi filmin hayranlarından olmamın en belirgin sebebidir.

Amerikan aile hayatını küçük yaştan itibaren evimize sokan yapımcılar, yarattıkları iki aileyi komşuluk bağları ile bağlamış ve gelecek günlerde dünürlük rolünü de buna eklemişlerdir. Bu da çizgi filmin devamlılığını getirmiştir. Fred Çakmaktaş'ın şaşkın huysuzluğu, kendini bilmez halleri, her daim akıllı geçinmesi ve maçoluğunun yanında Wilma'nın eşine bağlılığı ve Betty ile olan kopmaz bağı, Barney'in Fred tarafından aşağılanması ve her defasında haklı çıkması buna rağmen asla darılmaması, nispet yapmaması şimdiki Türk yapımı sitcomlar ile birebir düzeyde.  

Okul sonrası ve haftasonları sabırsızlıkla beklediğim Taş Devri'ni 50 yıldır bekleyen bir çok çocuktan sadece biriyim.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Dağlar, Tepeler

Diyorum ki kendimi dağlara bayırlara vurayım. Yürüyeyim uzun uzun. Şehir ardımda kalsın, ben susayım ayak seslerim konuşsun, şakısın. Değil mi ama? Üzülmeye gerek yok. Her gün başka bir gündür.

26 Eylül 2010 Pazar

Mübalağa etme senin de olur

Saksafonun makamlı düdük olarak nitelendirildiği bir topluluk içerisindeyim. Pek eğlenceli, pek mübalağalı olsa da fazla kalasım yok. Gidesim var uzaklara, dere tepe düz ayağımda çarıklarla.

24 Eylül 2010 Cuma

Cenaze

Evimizden geçen gün bir cenaze çıktı. İçim doldu doldu taştı. Odalarda tatlı ve sevinçli bir kalabalık "iyi oldu böyle" nidaları ile şaşkın dolanıp durdu. Benim yine içim doldu doldu taştı... Gözlerim puslu puslu baktı insanlara, ağzım kulaklarımda. Cenaze arabasını bekledim fakat hiç gelmedi.

Odalar dağınık. Yerlerinde bir türlü duramayan, nereye konulacaklarını onların da şaşırdığı alet edevat. aşkı bekliyorlar çıkıp gelen yok. Aşk bir bencillik abidesi elinde keskin kılıcı. İki bücür cadı, başları emanet japon yapıştırıcısıyla yapıştırılmış. Ah o koku yok mu insanı kendinden geçiren.

Cenaze başında insanlar daha da çoğaldıkça ve ben konuştukça, güldükçe ve ağladıkça mezarın sofaya yapılmasına karar veren dervişler geçti önümden. "Hayırlısı böyleymiş" diye diye ağızlarından bal damlayan insanların bıraktığı izleri sırtlarında taşıyan karıncalar evin ücra köşelerine dağıldılar. Sonrasında bedenimdeki yüreğimdeki izleri de taşıyacaklar belki yıllarca oradan oraya o kara karıncalar.

Kim bilir daha neler olacak neler.

23 Eylül 2010 Perşembe

Adam Olmuşum Ben

Burcu'ya;


"Çevrende herkes şaşırsa,

bunu da senden bilse,
sen aklı başında kalabilirsen eğer,
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
hem kendine güvenirsen eğer,
bekleyebilirsen Usanmadan,
yalanla karşılık vermezsen yalana,
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana.

Düşlere kapılmadan düş kurabilir,
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir,
ikisine de vermeyebilirsen değer,
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
kandırabilir diye safları, dert edinmezsen,
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
koyulabilirsen işe yeniden.

Döküp ortaya varını yoğunu,
bir yazı turada Yitirsen bile,
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu.
Yüreğine, sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da,
herkesin bırakıp gittiği noktada,
sen Dayanabilirsen tek.


Herkesle düşüp kalkar, erdemli kalabilirsen,
unutmayabilirsen halkı, krallarla gezerken,
dost da düşman da incitemezse seni,
ne küçümser, ne büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyi ile dünya önüne serilir,
üstelik oğlum, ADAM oldun demektir..."

Rudyard Kipling

22 Eylül 2010 Çarşamba

Gelin

"Gelin ata binmiş ya kısmet demiş"


Bizler bu günü, saatleri, dakikaları asla unutmayacağız... Ayıbın ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını da unutmayacağız. Hayallerin kifayetsizliğini, bencilliği ve ben bilirimciliği de asla ama asla unutmayacağız. Nankörlük etiketi olmuş herkeslerin, umulmadıkların. Bakar bakar ağlarım beyaza. Yazık oldu geçen günlere, emeklere, sevgilere. Günler geçer gelir yeni bir gün güneşle. Yeterki engel olmasın kimseler kimselere.

17 Eylül 2010 Cuma

Missist'siz kalmayın

Son zamanlarda internetten alışveriş durumunu iyice abattığımı evin Tupperware  ile dolup taşmasından anladım ve kendime bir adet daha ürün sonrasında uzun bir süre dur demeye karar verdim. Aramalarım sonunda Missist markasında harika ürünler keşfettim. Sanırım hafta içi 'yağmur babetleri'mi ayağıma geçirmiş olacağım. Bu ürünleri görmenizi tavsiye ediyorum. Eski lastik papuçların şehirlere inmesine siz de benim kadar şaşıracaksınız.



Missist ayakkabı haricinde daha bir sürü ürün sunuyor. Mesela renkli ve herkese hitap edecek bilezikler, kolyeler, saç tokaları ve taçlar... Tişörtler dahi var... Ve göreceksiniz fiyatları inanılmaz ekonomik.. 

8 Mart 2010 Pazartesi

Kadın Günü


İnsanların birbirlerine saygı duymadıkları (hele ki kadınların bolca ezilip, itildiği) bir ülkede "kadınlar günü"nün kutlanması ne kadar saçma geliyor kulağa... Bugünün kadınlar günü olduğunun farkında olmayan kaç kadın vardır acaba merak ediyorum.

Birazdan, tanıdığım kadınları arayarak bu özel günlerini kutlayacağım. Sonra yine işime - gücüme döneceğim. Herkesin yaptığı gibi.  

Kadınlar günü vesilesi ile "Türkiye'de işsiz kadın kalmasın, her kedının  iyi kötü işi olsun" diyerek dileğimi belirtmek istiyorum.

4 Mart 2010 Perşembe

Hoş Geldim


Uzun süre mola vermiştim yazmaya. Okumak, seyretmek, gezmek ve bunları belleğimde biriktirmekti amacım. Bu süre zarfında tüm blog dünyasından uzak kalmayı tercih ettim. Blog okumadım, ilgilenmedim, bloglardan araştırma yapmadım. Kıacası ilgilenmedim. Blogsuz bir hayatta (blog yokken mesela) neler yapıyordum bunları tekrardan icra etmeye çabaladım. Kalem kağıt kullanmayı unuttuğumu fark ettim ilk etapta... Daha evvelinden kötü olan yazım daha da eğri olmuş. Güzel yazı derslerine başlamam gerekiyor sanki =) Kalem tutmayı ne kadar özlediğimi farkettiğimde kendimde,  ilk önce renkli kalemler ve defterler aldım, bir şekilde kendimi özendirmeliydim. Buna rağmen halen kötü bir yazıya sahibim.  Hele imzam akıllara zarardır her daim.  Yazı yazmanın , okumanın vb. dışında bilgisayar oyunlarına kafayı taktım... "Time Management" oyunlarının müptelası ve hatta en yakın dostu oldum çıktım... Bambaşka bir dünyaymış gördüm ve artık blog yazmaya geri dönmem gerektiğini düşündüm... Her biten oyunun sonunda bana bitmeyen bir şeylerin lazım geldiğini anladım.

Sonuç itibari ile bir hayli kitap, dergi, film ile ben geri döndüm. İyi mi ettim?