29 Ocak 2008 Salı

Neden ki?

Zevkle takip ettiğim Burak Doğan sormuş; "Neden blog yazıyorsun?" diye. Aynı soruyu iki kez sordum kendime. Cevaplarımı sıraladım.

1- Yazdıkça deşarj oluyorum. Bir şeyleri anlattıktan sonra rahatlıyorum. Bana kalsa daha uzun yazarım da insanların okumaktan sıkılacaklarını düşünüyorum.

2- Yazmak aslında bambaşka şeyler öğrenmektir. Yazmak için önce araştırma yapmak gerekir. Önce açıp konu hakkında bilgi topluyorum. Böylece farklı siteler keşfederek, diğer düşünceleri öğreniyorum. Öğrendikçe anlatıyorum, anlattıkça insanlar deliriyor, ben de yazıyorum herkes mutlu mesut...

3- Blog yazmaya başlamadan evvel çok fazla blog okurdum. Tekniğini öğrenerek , yapılanmak bana büyük keyif verdi. Sonrasında bu bana yetmedi ve daha fazla öğrenmek için kodlamalar yapmaya başladım. Hakkında hiç bir fikrim olmamasına rağmen iyi bir şeyler meydana çıkartmak ve bunu insanlarla paylaşmak büyük zevk.

4- Bir çok insan tanıdım. Devamlı da bu kitleyi büyütüyorum. Sanal ortamın sadece iki kelimeden ibaret olduğunu anlamam yazı yazmam için beni tetikleyen durum oldu. Blog dünyası içerisinde "Ben de varım" demek inanılmaz keyifli.


Ben de Gizem'in neden blog yazdığını merak ediyorum. Söyle bana Gizem neden?

26 Ocak 2008 Cumartesi

Profiterol bile yaparım

Kardeş gürbetten döndüğünde onu muhteşem bir profiterol karşılayacak bugün. Üşenmedim didindim, uğrştım ve yaptım. Nasıl mı? İşte böyle... Bakkala çakkala gidiyorsunuz ve hazır satılan o sarımtırak mamülü alıyorsunuz. aldınız mı? sonra oradan bir de muhallebi kapın bakalım. Sakızlısı daha makbule geçer sanki... Tamamdır. Karşı raftan da bir adet çikolata sosu... Tamamdır. Eve geri döndüğünde bir tencere içinde muhallebiyi pakedin arkasındaki tarife göre yapın. Arada bir kaç kaşık yiyebilirsiniz tabi izin veriyoruz.



Sonrasında o sarımtırak topları parmağınızla hafif aralayarak isterseniz pastacıların kullanıdıığ adını bilemediğim tüple yahut küçük çay kaşığı ile iyice dolana kadar doldurun. Bunu da becerdiniz mi? O halde muhteşemsiniz çünkü ben pek beceremedim. sonrasında yine aldığınız ikinci paket sosu da arkadaki tarife göre pişiriverin. Soğumadan da bu küçük şirin içi dolu topların üstüne büyük bir ahçı olduğunu düşünerek boca ediniz. Tamam hadi sostan da biraz kaşıklayabilirsiniz. Ama profiterol için de biraz bırakın. Neyse uzatmayayım daha fazla. Afiyet olsun diyorum sizlere. Aman fazla yemeyiniz. Kalorisi fazla olmakla beraber sonradan pişman olma ihtimalinizi göz önünde bulundurun derim ben.




Kadınlar beni pek sevmez

Bir Cumartesi sabahından herkese merhaba. Sabah sabah Murphy yasalarıma [ iş günlerinde sabah 0600'da kalkan bünyenin itinayla tatil günlerinde 0550'de kalkıp havaya bakması gibi] bir yenisini eklerken ben kendime bu hafta ne haltlar karıştırdığımı yazılı olarak anlatmaya karar verdim. Hatta ben diyorum ki sıralayarak yapalım ki açık ve anlaşılır olsun.

* Yeni bir iş, yeni sivilceler, topuklu ayakkabılara sıkıştrılmış ayaklar, kumaş pantolonun tırmaladığı bacaklar, her sabah itinayla yapılan badana, her sabah iş yerinde bir poğoça iki adet light üçgen peynir açık şekersiz çay... İşte görünen manzara. bunların yanısıra Burcu nelerden nefret eder;

* Sabahın yedisinde servisteki uyuşuk insanlardan.

Burcu ne yapar? Son ses açar Orphaned Land'i gocunmadan dinler. Herkes de onunla beraber dinler. Sinir olur. Burcu bu duruma bayılır.

* Her sabah ona çay getirmesi gereken çaycının her defasından kendisini es geçmesinden.

Burcu ne yapar? Çayı geldikten sonra mutlaka “elinize sağlık çok teşekkür ederim” der. Çaycı bir şey demez gider. Ve burcu hep söz verir bir daha teşekkür etmeyeceğim diye. Fakat yine de eder.

* Her gün itina ile dedikodusunu yapanlardan.

Burcu ne yapar? Dedikodusunun yapıldığı yere baskın yapar. Herkes susar. Amacına ulaşır. Burcu dedikoduyu sevmez. Üstüne basa basa diyorum hiç sevmez.

* Telefonda samimi olmadığı kadın kişilerin ona "canım" "cicim" "-cum" gibi kelimelerle ettiği hitaplarından.

Burcu ne yapar? Oralı bile olmaz. En sert ses tonu ile işini halleder ve telefonu kapatır. Samimiyete gerek yoktur. Burcu kimin ne olduğunu gayet iyi bilmekle beraber, samimiyetin kelimelere dökülemeyeceğini öğrenmiştir.

* En sıkışık iş zamanlarda yardım istediği meslektaşlarının telefonun öbür ucundan ona işi öğretmeye kalkışmasından (x2)*

Burcu ne yapar? Bir süre dinler. Dinliyormuş gibi gözükür. Sormak istediğini araya sıkıştırır. Cevabını aldıktan sonra demek ister ki; zaten bunun böyle olduğunu biliyorum. Fakat ne yazık ki en büyük hatam senin o bomboş, hamurlaşmış kafa yapından bir adet bilgi almak istememdir. Fakat diyemez. Burcu terbiyeyi iyi bilir. Sonrasında gülüp geçer. Olmadı içer.

* Bir hafta evvel gülücükler dağıtıp da araya çıkarına uymayan bir durum girdiğini gören kadınların birden en azınlı düşmanımmış gibi davranıp suratıma telefon kapatması.

Burcu ne yapar? Düşünür. Şu güne kadar yaptıklarını, davranışlarını onaylar. Kimseye güvenmediği için kendisine iki lahmacun söyler bir de ayran. Gözlerini ringe diker. Hergün birlikte öğle yemeğine çıkan kadınların aslında birbirlerini bir kaşık suda boğmak istediklerini görür. Keyif ve sükünetle izler. Olabildiğince geride durur. Karışmaz. Temenni eder ki birbirlerini öldürsünler ve iş yeri daha yaşanılası bir yer olsun.


* Tuvalete sürüyle giden kadınlardan ve bir türlü mekanı terketmemelerinden.


Burcu ne yapar? Sabreder. Dakika sayar? İlk önce kapıdan kimin çıkacağına dair bahis oynar mütemadiyen 1’e sonsuz kazanır. Tuvalette durmanın mantığını çözemez. Bir sürenin sonunda beklemekten yılar ve açıp sözlük yazar.

Daha öyle çok sayasım var işyeri kadınları hakkında nefret uyandıran enstantenelerden. Fakat başka bir zamana kalsın diğerleri. Okunacaktır bunlar, ne güzel. O halde herkes kendine çeki düzen versin diyorum burdan. Samimiyete gere(n)k yok. Dağılabilirsiniz.

16 Ocak 2008 Çarşamba

Yara bandı

Bazen

Hayat

Gerçekten de

Boktan

Oluyor...


Bazı şeylerden kazanç sağlamaya çalışanlar beni yoruyor... Diliyorum ki; yarın sabah gökyüzüne mavi, sarı ve turuncu yarabantları yapıştırılsın... Aksi taktirde zor bir gün olacak gibi bir his var içimde...




Janis Joplin söylüyor.
Summertime

13 Ocak 2008 Pazar

Beyn Çılgınlığı

Çakma polemik mimi ile Barış Ünver, benim hakkımda aynen şöyle bahsetmiş;

"Benzer bir tavır Burcu Sezer'de de görülüyor. Gerçi onun burnu havadalığı zenginliğinden değil, yarattığı sahte şöhretten geliyor. Yaptığı televizyon programında çıkardığı figüranları "Sen beni kuma getirdin adam!" "Höyt ne kuma getirmesi sen beni aldattın!" "Bak kızın da gaçtı dönmüyür eve!" şeklinde şaklabanlıkları ayırıp bütün sorunları tek programda çözerek halkın sevgilisi oldu han'fendi! Sonra da oturup blog'unda "Bugün programda şu sorunları çözdüm…" diye övünüyor, millet de buna alkış tutup duruyor. Biz de şöhretin, var olmayan durumları çözerek de kazanılabileceğini görüp şaşırıyoruz."

Aslında konuyu iyice anlamanız için tüm yazısını Şuradan okumanızı tavsiye ediyorum. Gerçekten de gecenin şu saatinde beni eğlendindirmiştir. bir anlamda kendimi Esra Ceyhan zannettim doğrusu. Övgüleri için ne desem azdır. Fazlasıyla sevmekteyim kendisini...

Ben de bu gazla bir kişiye sonsuz eleştirilerimi sunmaktan keyif alacağım. Mesela; yıllardır takibimde olan wykka 'yı ele alalım. Bu kendini bilmez kadın taklitçilikten öte gitmeyen bir televizyon çerezidir. Öyle ki zerafetimi kendisine örnek alarak yaptığım her hareketi, giydiğim her kıyafeti özenle kendisine yapıştırır. Sonra da çok şaşırmış gibi yapar. Ona sorarsanız artık Türkçe'nin çok sıradanlaştığını ve programların İngilizce sunulması gerektiğini savunur. "think" kelimesindeki "t" harfini söyeyeceğim diye dilinin üst damağına yapıştığına tüm stüdyo şahittir. Programına çıkarttığı papaz, rahip gibi kişileri el üstünde tutarken imam ve hafızları içeride tartakladığı da konuşulanlar arasındadır. En son Ankara'da bir matbaada sahte İncil basarken yakalanmaktan son anda kurtulmuştur ve bu durum beni gerçekten üzmüştür. Neyse ki Türk halkı yapılan programları ayırdetmekte yetenekli yoksa bunun gibiler dolup taşacak etrafımızda... Her neyse sevgili takipçilerim şimdi kaynana Semra'nın "ağdacı seçerken dikkat edilmesi gereken hususlar" isimli bölümüm için ön hazırlık yapmam gerekli... İyi bir gece dilerim. Saygılar.

12 Ocak 2008 Cumartesi

Zorunluluk tembellik doğurur

Ne yazsam diye kara kara düşünüp de bulamadığımda farkında olmadan koşa koşa yardımıma yetişen Aylin'cim bana çok güzel bir mim yollamış. Cevap vermek boynumun borcudur. Demiş ki şeker Aylin; "Yapmak Zorunda Olduğumuz Halde Bir Türlü Yapmadığımız Kolay İşler" nelerdir? Bunu bulmam çok kolay oldu gerçekten de.

Normal şartlarda yapmam gereken, zorunlu olduğum halde yapmakta bir hayli zorlandığım şey; özel günlerde [düğün, yemek, doğum günü vs.] giyinip süslenip hazır olmaktır. Son ana kadar tembelliğe izin veririm. Kutlamaya 2 saat kala bir zahmet ayaklaımı sürüye sürüye kuaföre giderim, elbisemi seçerim, isteksizce makyaj yaparım ve geçiştiririm. Bunun tam tersi olarak, en olmadık zamanlarda bunların hepsini güle oynaya büyük bir heyecanla yerine getiririm. Sanırım zorunluluk kişide böyle bir etki yaratmakta. Bilimsel olarak muhakkak bir açıklaması olduğuna eminim fakat benim haberim yok.

Teşekkürler Aylin :-)

10 Ocak 2008 Perşembe

Karmakarışık

Ruh halimin beş dakikada bir değiştiği günler yaşıyorum. Herbir şey birbirine girmiş vaziyette aklımda, kalbimde... Değişim sürerken ben, durup izlemeyi ne çok isterdim sessizce... Bunun yerine devamlı surette Epica'nın dillere destan şarkısı Cry For The Moon dinliyorum.

Not: Uzun zamandır hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Daim olmasını diliyorum.




5 Ocak 2008 Cumartesi

Çirkin Ördek Yavrusunun Dramı

Çok acıklı bir başlık oldu bu öyle değil mi? Hemen gözünüzde canlandı tabi karakuru bir küçük çirkin mi çirkin, dışlanmış mı dışlanmış bir adet turuncu gagalı ördek. Kardeşleri popolarını attıra attıra sazlıklar arasında fink atarken o gitmiş domuzlarla beraber çamur havuzunda yazık değil mi?

Nasıl da istediğini elde etmiş bu sözde çirkin ördek değil mi? Halbuki hepimiz biliyoruz onun sonrada kuğuya dönüşüp ortalığın ağzına sıçacağını... Bu yüzden üzülmenize hiç gerek yok. Gün gelecek ona birileri sahip çıkıp kendi havuzunun ördeği yapacak... Yalnız bu hikayede benim anlamadığım bu siyah ördek sonradan nasıl beyaz oldu... İşte benim en çok merak ettiğim husus bu... Gerisi beni alakadar etmez.. Kuğu olmuş tavuk olmuş falan.... Ama nasıl beyaz olmuş?

Cevap veriyorum;
c şıkkı..... Neden?
Çünkü; üstüne nur yağmış -da ondan...

Biliyorum sıkıcıyım... Dur bakalım bana kim sahip çıkacak....

1 Ocak 2008 Salı

Deli Kızın Merceği

Bu yılın ilk entrysi çektiğim fotoğraflar olsun... Şimdiden aferin bana.


Ayyaş Toti

Zerafet

Ölü Gelinler

Uykucu Periler


Kervan

Sigarasına oynanan tombalanın pulları

Cips parçacıkları

Çubuk Krakerler