31 Ekim 2008 Cuma

Moralin mi bozuk? Patlat bir Sophie...


Daha evvel zamanda bahsettiğim Alışverişkolik ve Bebeği kitabının ardından şimdi de İngiliz yazar yine yine Sophie Kinsella'ya ait Alışverişkolik ve ablası'nı bir dikişte içtim... Aslında seriye yine sondan okuyarak başlamak durumunda kalsam da inanılmaz keyif aldım... Okumak 1 günümü aldı ve gülmek bana iyi geldi...


Kasım ayı adresim ise;Alışverişkolik ve Pembe Dünyası



Kitabın içeriği şöyle belirtilmiş;


"Merhaba! Ben Becky. Alışveriş yaparken kendini kaybeden biriyim ve yeni evliyim. Durumum şu. Cezalıyım. Yani, yeni evlenmiş olduğum kocam Luke ile aramız yaptığım bir tür müsriflikten dolayı açıldı. Kocam, ki kocam demeye bile alışamadım daha, tüm musluklarımı sıktı. Katı bir alışveriş diyetinde ve işsizim. Ayrıca yalnızım. Kankim Suze'un artık yeni bir Becky'si var. Feci durumdayım! Fakat, bir rivayete göre bir ablam olabilirmiş. Öyle diyorlar. Bir sevindim sormayın. Ruh ikizimdir şimdi o benim. Limitleri de açıktır belki. Sınırsız alışveriş olasılığı! Daha ne isterim!" Biliyorsunuz, geçen bölümde, yani Alışverişkolik ve Bebeği'nde muhteşem Becky'yi bebeği üzerinden yakalandığı bir alışveriş manisi döneminde etüt etmiştik. Şimdi ise bir tık geriye gidiyor, evliliğinin cicim sürecindeki şu mesut günlerine (!) ve birden ortaya çıkan ablasına da kavuştuğu coşkulu anılara dönüyoruz! Abla mı?Yani bir ruh ikizi! He, he. Tabii, tabii emin olun öyle! "

30 Ekim 2008 Perşembe

Hatırlamak, bayramlık elbiselerde leke bırakır.

Şu muhteşem anın şerefine koy bir bardak çay dedim anneme... İçeceğim keyifle... Ve ben bir kez daha anladım ki verilmiş sadakam, unutmadığım yeminlerim ve bir adet ahım varmış... Ha bir de yüzü olmayan arsızlar varmış ismi Dünya olan koca köyde... Köyün delisi durmuş durmuş "koy bir keyif çayı bana" demiş aklında Bülent Ersoy'un "yananı görür Allah" diye başlayan şarkısıyla...


Bu aralar temizlik yapıyorum hayatımda... Bana en küçük bir zararı dokunmuş kişileri çöp öğütücüye tıkıyorum ve çıkan sesleri dinliyorum... Ne demiş Elif Şafak Mahrem isimli kitabında geçen Nazar Sözlüğünde?


Unutmak: Göz Temizliği
Ve
Zırh: İçtekini, dışarının bakışlarından saklayamazsa, daha çabuk yenilir insan ve daha kolay öldürülür savaş meydanlarında...

Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi'nin vişne rengi çadırı gibi Hayâl oldu benim için de geçmişin donuk ve sevgisiz çizgi gözleri...


Not: Elif Şafak'ın bugün itibari ile yazdığı tüm kitaplar bitti, 2 ay sonra çıkacak bir tarafta Mevláná ile Şems'in, bir tarafta Aziz ile Ella'nın hikayesini anlattığı yeni kitabını büyük bir devinim içinde bekliyorum.

Başlık, E.Şafak'a ait, bayıldığım bir cümledir.

29 Ekim 2008 Çarşamba

The Accidental Husband


Neden bilmiyorum bu film gibi fazla film ile karşılaşıyorum son zamanlarda... Kadın evlenecektir, birden başkası hayatına girer ve kafası karışır.. Tam evleneceği gün gelinlikler içinde evlenmek istemediğine karar verir ve diğer adama koşar, damat da "eyvallah sen mutlu ol yeter" der... Basar gider... Eeee bu nasıl erkektir? Sinir oluyorum bu tür filmlere ama yine de izliyorum hiç bir şeyden eksik kalmıyım ben aman!!!


"Radyo programcısı Dr. Emma Lloyd ile yayıncı nişanlısı Michael, New York’ta evlilik belgesi almanın sürücü ehliyeti almaktan daha kolay olduğunu düşünmektedirler. Sonuçta bu işin herhangi bir elemesi ya da sınavı yoktur. İkisi de 18 yaşınının üstünde ve akraba olmadığı sürece sorun yok diye düşünürler. Evlenmek için yapmaları gereken, belediyeye beraber gitmek, gerekli belgeleri hazırlayarak imzaları atmaktır. Emma bir radyo yayını sırasında dinleyicilerine, her zamanki gibi, gelişigüzel aşk reçeteleri dağıtırken Patrick Sullivan adlı itfaiyecinin aşk hayatına öldürücü bir darbe indirir. Bu çok bilinçli olmayan ama yine de kötü niyetli davranışın altında kalmak istemeyen ve buna bir cevap vermek isteyen Patrick de okuduğu gazeteden Emma’nın evlenmek üzere olduğunu öğrenince kusursuz ve unutulmaz bir intikam planı tasarlar ve uygular."

Kaynak

Nam-ı diğer Jelibon... Evet Sana

Kendini avutmayı başaran ve sorasında "aptalım" damgasını dolu dolu ağzından çıkartmayı başaran kişilerden olduğumu asla saklayamam her ne kadar çoğu kişinin aynı düşüncede olmadığını bilsemde... Bizim (ben dahil) sorunumuz ne biliyor musunuz? Problem insanları tanıyamamamızda, yahut sadece görmek istediğimiz şekilde görmenin işimize gelmesi bizi rahatlatması... Kendi aptalığımı baz alırsam, kendim gibi gözükmem ve içimin dışımın bir olması boynuma "saf" tabelasını asmama yardımcı en büyük unsur. Bazen Allah'a şükrediyorum bunun için. "Ben böyleyim" demek bazıları için büyük kaçış yolu ise de aslında en büyük kabulleniş kişi için.


Birini tanımıştım. Küçüktü yaşı, kimselerin kötü olarak nitelendiremeyeceği, güleryüzlü normal dış görünüşüne (modern lafı daha uygundur) sahip bir kişi. Zaman geçtikçe aslında, sır kutusu açıldıkça sordum kendime: "hayır! söylediklerinle yaptıkların bir değil", "kime oynuyorsun" "bunun sebebi nedir?" Ona baktıkça ve onu dinledikçe nasl bir affallama geçirdiğimi kendime itiraf etmem aylarımı aldı... Sorgulanmaya başladım... Tepemde bir lamba, gözümün önünde şeffaf banyo perdesi, öncesinde yaptığım çoğu şeyin yanlışı ve günahı... Gelecek için ise Cennet'e gidecek bir uzun yol... Bilmediklerimi öğrenmek, hatta benden yaş ve tecrübe olarak altta olan birinden duymak şaşkınlığımı ve cahilliğime olan ayıbımı artırdıkça ben kayboldum derinlerde vs... İyi mi oldu? Evet!


Şimdi genel olarak izliyorum o ve onun gibi olan dindar fakat bunu asla belli etmeyen insanları... Hayretler içinde kalıyorum ister istemez. Yaş-meslek-statü-para-cinsiyet farketmeksizin dikkat edin arkadaşlar. Aldanmayın... İlk önce tanıyın çevenizdeki insanları sonra adımınızı atıp arkadaşlık edin. Sizi etkileyerek kör noktalara sürükleyip de kendileri partilerde fink atan dincilerden, kötü ve yalancı olup da muhteşem intiba bırakmak için elinden geleni yapan insanlara karşı hazırlıklı olup Kuran'ı kendi kendinize okuyun... Kimsenin etkisine kalmayın..
Saygılar,

27 Ekim 2008 Pazartesi

İznimin ilk gecesi, Elveda Rumeli'yi izledim, şimdi "Yol Arkadaşım"ı izleyeceğim sonra da "Dantel" isimli yeni diziye başlayacağım. Çember oyası gibi izledikçe izleyesi geliyor insanın... Ömür biter dizi bitmez kanımca... Mesela, yarın "Benim annem bir melek", çarşamba günü "Avrupa yakası" ve aynı saatte "Yaprak Dökümü", Perşembe "Aşk-ı Memnu" ile birlikte Cuma günü olan diziler hakkında bilgim yok... Tabii ki bunların hepsini sonuna kadar izlemiyorum 5'er dakika yetiyor...

26 Ekim 2008 Pazar

Bu site sayesinde inanılmaz sims karekteri indiriyorum... Oynu oynamak öyle büyük keyif oluyor ki tüm gün sandalyeye yapışık vaziyette geçiyor...

25 Ekim 2008 Cumartesi

Blogger.com’a mahkeme engeli

Google tarafından 2003 yılında satın alınan en popüler İnternet günlüğü (blog) servisi blogger.com, Türk Mahkemeleri tarafından engellenen büyük servislerler arasındaki yerini aldı. Türkiye’den siteye giriş yapmaya çalışan kullanıcılar artık alışmaya başladıkları bir uyarı mesajıyla karşılaşıyorlar.


İSTANBUL - En popüler İnternet günlüğü (blog) servisi blogger.com, Türk Mahkemeleri tarafından engellenen büyük siteler kervanına katıldı.
Haberin devamı

İnternet dünyasının kişiselleşmesinde büyük rolü olan ve Web 2.0 dünyasının en yoğun şekilde kullanılan internet günlüğü (Weblog, Blog) servisi blogger.com‘a Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği erişim engellendi.

NTV’nin haberine göre servisin ana etki alanı blogger.com ile birlikte kullanıcıların günlüklerini yayınladıkları alt etki alanlarını barındıran blogspot.com etki alanına da erişim tüm alt etki alanları ile birlikte engellendi.

TÜRKİYE’DEKİ KULLANICI SAYISI ÇOK
Servis, dünya çapında milyonlarca kullanıcıya hizmet veriyordu, daha önce kapatılan internet günlük servisi wordpress.com gibi, blogger.com’un da Türkiye’de azımsanmayacak kadar çok kullanıcısı bulunuyor.

24 Ekim 2008 Cuma

Unutmak bir hap kadar yakın, çıldırmak daha da...


"ABD'li bilim adamları, aşk acısı gibi unutamadığımız kötü anılarımızı ve fobilerimizi ortadan kaldıracak bir ilacın yakın gelecekte hazır olacağını söylüyor.

Georgia Tıp Üniversitesi'ndeki Beyin ve Davranış Keşif Merkezi'nce yapılan deneylerde, kötü anıların saklanmasına yardımcı olan bir çeşit molekülün izole edilmesi sağlandı.
Tsien, birkaç yıla kadar hap ya da aşı şeklinde kullanıma hazırlanması beklenen tedavinin beyin üzerinde herhangi bir yan etkisi olmaması için araştırmalarını sürdürdüklerini sözlerine ekledi"


Bilimadamlarının ellerini çok çabuk tutmasını ve ilacı kanıma, beynime enjekte etmelerini rica ediyorum. Deneme sürecinde kobay olarak dahi kullanılabilirim hiçbir şüpheleri olmasın. Hatta benim gibi unutmak istediği şeyleri olan bir dolu insan bulabilirim, üstüne para da istemem...

joel : günlügümün bazi sayfalari yirtilmiş, oysa böyle bir şey yaptıgımı hatırlamıyorum. bir şeyler yazmayali ne kadar olmuş...

Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmini izleyip izleyip ağlayan benim gibi insanlar defalarca bu yöntemi akıllarından geçirmişlerdir. Mesela, "sabah uyansam ve kim olduğumu unutsam" yahut "elim bir kaza sonucu sadece hafızamı yitirmiş olsam" bu düşünce baloncuklarının yaratıcılıkları bitmez saymakla... Tabii hepsi aynı amaca hizmet edeceklerdir. Unutmaya... Bir başka düşünceye göre; "neden unutayım ki, öyle bir aşk acısı çektim ki canıma ot tıkadı, süper bir tecrübe karakter gelişimim için, çocuklarıma bunu anlatacağım" diyenler de yok değil...

her ikisi kendi evlerinde ağlamaktadır. nihâyetinde clem, zarfın üzerindeki adrese bakarak joel'in evine yol alır. apartmanına girerken frank onu tanıyarak selâm verir. clem, joel'in evine girer. joel, bir köşede kasetten kendi itiraflarını dinlemektedir. üzgün olduklarını birbirlerine ifâde ederlerken joel'in kasette yaptığı itiraflar git gide kötüleşir. clem, daha fazla dayanamaz ve çekip giderken birbine vedâ ederler. fakat joel kalkar ve koridora giderek clem'e seslenir:

joel: bekle!
clem: ne var?
joel: bilmiyorum. sadece bekle!
clem: ne istiyorsun, joel?
joel: sadece biraz beklemeni istiyorum.
clem: peki. gerçekten mi?
(joel yanına gider)
clem: ben bir kavram değilim, joel. sadece huzur arayan bir kızım. ben mükemmel değilim.
joel: sende hoşlanmadığım hiçbir şey göremiyorum.
clem: ama göreceksin!joel: göremiyorum.
clem: göreceksin. bir şeyler bulacaksın. ben de senden sıkılıp kendimi kapana kısılmış hissedeceğim. çünkü bana hep böyle olur.
joel: tamam.

(der ve tebessüm eder. clem ise ağlamaklı gülerek)

clem: tamam.

(her ikisi de gülüşürler.)

Sonra izleyici ağlar zırlar, hapı yutup bomboş zihninin boş havuzunda yüzme taklidi yapar...

22 Ekim 2008 Çarşamba

".. O sıralar çok yumuşak, çok duygulu, orta tabakadan bir metresim vardı. Yazdığı duygulu içli mektupları beni güldürürdü. Ona yaşattığım üzüntüleri, kendi çektiklerimden anladım. Beş dakika boyunca onu dünyada hiçbir kadının sevilmediği kadar kuvvetli sevdim..."

Alexandre Dumas'ın Kamelyalı Kadın kitabından alıntı.

Duvarlarımda insanlar olsun istiyorum

Dekorjinal sitesine üye olup 2 adet duvar stickerı almak için sipariş vereceğim fakat inanılmaz derecede kararsız kaldım. Siz de fikrinizi söylerseniz süper olacak.

1-
2-

Tabii daha farklı seçenekler de mevcut mesela;


21 Ekim 2008 Salı

İnsanların sabahın köründe otobüste carcar konuşmasına dayanamıyorum. O anda dillerini yutmalarını diliyorum içimden.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Aşk, Gurur ve Pazartesi

Upuzun 5 gün var haftasonuna... 5 günde neler olur? Savaş çıkabilir, ölebilirim, hafızamı yitirerek evimin yolunu unutabilirim, kaybolabilirim, ağzıma lokma koymam ve 30 kiloya düşebilirim, aşık olabilirim yahut aşık olanlardan nefret edebilirim. 5 günde işten kovulabilir yahut büyük ikramiye kazanabilirim, kör kalabilirim. 5 gün insan için ne kadar uzun bir süre... Zamandan bir şey bekleyen kişiler için ömür demekse de 5 gün, beklentisizler için her hafta yaşanan olağan pazartesi sıkıntısı x 5'tir.


Haftasonu Jane Austen'ın Pride and Prejudice kitabını bitirerek iki kez de filmini izledim. Sonuç olarak anladım ki bu zamanda bile bana ayıp gelen [koca bulmak için balolara gitmek, bunun için babadan yardım istemek vs..] şeyler o yılların ingilteresinde çok olağan... Hatta yapılmadığında ayıplanan eylemlerdir. Bunun yanında piyano çalmak, okumak, nezaket, dans edebilmeğin herşeyin önünde gelmesi 18. yy yaşanası kılabilir. Mesela ben isterdim malikaneler arasında at arabasıyla yolculuk etmeyi falan... Eğlenceli hem de çok... Saçmalıyorum şu an farkındasınızdır ya çaktırmayın...

Kitabı Buradan okuyabilirsiniz.



Kitabın filmine gelince; Matthew Macfadyen'ın muhteşem oynadığı Mr. Darcy için film bir kez daha izlenecekse de Keira Knightley'nin oynayamadığı Elizabeth Bennet karekteri için mutlaka filmden önce vaya sonra kitabı okumanızı tavsiye ederim.





15 Ekim 2008 Çarşamba

Poverty - Yoksulluk


Arada sırada kurcalamaktan zevk aldığım "blog action day" sitesi bugün bana 15 Ekim'i hatırlattı maille. 15 Ekim 2008 neyi mi ifade ediyor?

Genel olarak; "Blog Hareket Günü, dünya blog yazarlarını, podcast ve videocast yayını yapanları aynı gün aynı konuda yazmaları için bir araya getirmeyi amaçlayan, kar amacı gütmeyen, her yıl yapılan bir organizasyondur. Blog Hareket Günü'nün amacı, binlerce farklı insanın farklı görüş ve fikirlerini tek bir konuda odaklamalarını sağlayarak dünya çapında bir tartışma başlatmaktır." diyor sitede... Bu yıl ki konu da başlıktan da anlaşıldığı üzere "Yoksulluk"...


15 Ekim; kış aylarının ilk durağı... Yoksulluğun daha bir çıplak gözüktüğü zamanlar... Çoğumuz için olağan bir durum pek tabi. Öyle fazla ki yoksul insan, alıştık sokakta yürürken aç olduğu anlaşılan kişilerle yanyana olmaya... Toplumun bireyselleşmesiyle bencilliğin artması paralel günümüzde. Tabi bu da güvensizliği doğurmakta saklı gizli. İnsanlar bağış yapacakları kuruluşların kapısında belki defalarca düşünüyorlar paralarının hangi amaç için kullanılacağını. Peki bu sebepler var oldukça yoksulluğun önü alınabilir mi?


Yoksulluk çağımızınöylesine uzun zaman öncesinden gelen bir sorundur ki; Kuran-ı Kerim'de bunun biraz olsun engellenebilmesi için Zekât vermek, kurban keserek belirli ölçüde etini yoksullara dağıtmak, aynı şekilde bir yoksula sadaka vermek bir müslüman için büyük önem taşımaktadır. Ve kutsal kitapta bu eylemler defalarca ve defalarca belirtilmiştir insanlığa. Yine Ramazan ayında kurulan o iftar çadırları neden bu kadar fazla dolup taşıyor sizce? Çünkü yoksul ve aç insan özellikle büyük şehirlerde çok fazla. Bunlar sadece benim vermek istediğim örneklerdi. Yazdıklarım taraflı bir düşünce kesinlikle değildir. Altını çizmek isterim bunun.


Kişisel önerime gelirsem; bana göre yoksulluğu para ile değil yemek ile durdurabiliriz. Aç olduğunu ve ya üşüdüğünü söyleyen bir insana para vermek yerine yiyecek alarak yahut onu giydirerek daha verimli olur diye düşünüyorum... Belki de yoksul olmadığım için açlık hakkında hiçbir şey bilmesen yazıp duruyorum.


Sizler yine de blogactionday sitesini bir ziyaret edin derim ben.


Geniş Bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Laik genç kızlar Marx’ı Marks&Spencer sanırmış

"NEW York Times’ın Türkiye muhabiri Sabrina Tavernise, Türkiye’deki türbanlı genç kızların ’ne kadar kültürlü’ ve ’her türlü özgürlüğü savunan, demokrasi yanlıları’ olduklarını her fırsatta vurgulamak için, yazısında çeşitli örnekler de verdi. Örneğin Havva Yılmaz’ın, "Eşcinsellere özgürlüğü de savunuyoruz" sözlerine yer veren Tavernise, Marx dendiğinde başı açık kızların İngiliz "Marks & Spencer" alışveriş merkezini anladıklarını, türbanlıların ise bunun ünlü filozofun adı olduğunu bildiklerini öne sürdü."

Sabahın köründe Hürriyet Gazetesi'nde çıkmış
haberi görüp de kahkaha atmama sebep olan, cehaletin pençesine düşmüş, eşcinsel yanlısı Havva Yılmaz'dan Allah razı olsun. Kendisine kafasını bir süre açıp hava aldırmasını rica ediyor, aksi taktirde beyin hücrelerinin zarar görebileceğini de eklemek istiyorum.


Haberin hepsini okuduğunuzda nasıl saçma bir ideoloji belirlendiğini göreceğinizden detaya giremiyorum, fakat bu hanımkızımız, türbanlıların eşcinsellere özgürlüğü savunduklarını belirtmiş [gururla]... Aslında abartılı ve âmâ misali bilgi yoksunluğu ile yazı yazmaya uğraşan Sabrina Tavernise'nin en büyük genellemeye imza attığı haberde şöyle diyor; "Halen ’dindar müslümanlar’ tarafından yönetildiğini yazdığı Türkiye’de geçerli ideoloji ve hukukun laik olduğunu kaydeden Tavernise, bunun, ’Eski general’ diye söz ettiği, Türkiye’nin Osmanlı doğusu ile bağlarını kesip batıya iten Mustafa Kemal Atatürk’ün 1920’lerde başlattığı otoriter idareye kadar geri gittiğini iddia etti. Buna rağmen, bugün pekçok gence göre özgürlüğün anlamının ’islamı yaşamak’, ifade özgürlüğünün anlamının ise başını kapatmak şeklinde algılandığını da ileri süren New York Times muhabiri Tavernise, bu gençlerin özgürlük ve ibadet, modernlik ve gelenekler, hatta doğu ve batı arasında mevcut olan bulanık farklılıkların yeniden belirlenmesine çalıştıklarını yazdı."


Benim üzüldüğüm nokta ise bu yazılanlara inanan kaç genç vardır Türkiye'de? Laikliğin anlamını bir türlü kavrayamamış bu yazar diye geçinen insanlara aldanmayın. "Din" gibi önemli bir mevzuuyu ayaklar altına alarak bunu devlet yönetimi kadar yalan dolanın döndüğü bir cemiyete sokulmasına karşı çıkın... Alt tarafı bir türban takacaksın diye vatan için kan dökmüş şehitleri ezip de laf söylemeyeceksin. Bilirsiniz ki şehitlik Allah katında bir mertebedir. Aksi taktirde yazar geçinen kişilerin bahsettikleri yönetici "dindar müslümanlar" ın çoluğu çocuğu gibi kafada türban Amerika yollarına çıkıp da ve evler tutup da din istismarı yapan laik, başı açık genç yok sayıdadır.

Ayrıca haberin bir de fotoğrafı var;



Sokaklarda her gün gördüğümüz türbanlı bayanlara benziyor değil mi?

Kafa kapansın yeterli...

14 Ekim 2008 Salı

Bugün benim doğum günüm

Merhaba arkadaşlar,

Moralim bozulduğunda her ne kadar doğduğum güne lanet etsem de, çoğunlukla seviyorum kendimi ve iyi ki doğmuşum diye şükrediyorum Allah’a.. Yıllar geçtikçe zamanla doğum günü heyecanım azalsa da, yine bir kıpır kıpırlık mevcut bu kırılgan kalbimde...

Doğum günümü kutlayan herkese çok teşekkür ederim. İyi ki doğdun diyenlere daha da teşekkür ederim.



"son günlerde çok düşünür oldum
zor zamanları çabuk atlatır oldum
bakıyorum aynaya her gece içim rahat biraz yorgunum sadece
hayatıma giren herkese yaşanmış herşeye
teşekkürler büyüyorum sizinle... "

10 Ekim 2008 Cuma

Fazilet ve Hasan Boğuldu

Yüzlerini film karelerine çok yakıştırdığımız yerli aktirstler vardır mutlaka. Onları yurtdışında herhangi bir film şirketinin yapmış olduğu filmlere yakıştıramayız. Yani rol kapasiteleri sanki sadece yerli filmlere yetiyormuş gibi algılarız... Aslında bu sinemaya at gözlükleri ile bakmak denilebilir kendi açımdan. Benim aklımda bu kıstasa uyan ilk isim kesinlikle Hülya Avşar'dır. Beni en en en çok etkileyen iki filmi; İrfan Tözüm'e ait 1989 yapımı "Fazilet" ve Orhan Aksoy'un 1990 yapımı "Hasan Boğuldu"'dur. Bana göre Hülya Avşar'ın "Berlin in Berlin"'i dahi solda bırakan oyunculuk sergilediğini düşünüyorum iki filmde de... "Fazilet"'te sergilediği o kıskanç kadın tiplemesi, Alev'in olan kıskançlığını fotoğraflarını karalayarak ve hayalleri ile şizofreninin dibine vurduğu sahneleri, sosyal statünün o iki uç noktasının getirdiği ezikliği muhteşem yansıtmıştır. "Hasan Boğuldu" ise mis gibi Ege kokan bir filmdir. Apayrı kültürlere ait kadın ve erkeğin töre çıkmazına girdiği ve genç bir göçebe kızının masumluğunu, sessiz ızdırabını izlediğim andan itibaren çıkartmamıştır aklımdan. "Obanın en güzel kızı Emine ile evlenmesi için töreler gereği sırtına 40 okkalık tuz yüklenen ve o yükü belli bir yere kadar taşıması istenen Hasan'ın öyküsüdür." Bu sebeple Hülya Avşar ne kadar medya önünde şımarık gibi gözükse de aslında işini en iyi yapan sinema sanatçısıdır.


-Fazilet (Konusu)-
"Yoksulluk nedeniyle çocuk yaşlarda köyünden kopup,amcasıyla (İhsan Yüce) büyük kente gelen Fazilet (Hülya Avşar),zengin bale öğretmeni Alev Hanım'a (Merih Akalın) hizmetçi olarak verilir.Alev'in aracılığıyla inşaat işçisi Aziz'le (Yaman Okay) evlenen Fazilet, içten içe hanımının görkemli ve sosyetik yaşamının etkisindedir.Giderek Alev'le özdeşleşir. Bilinç altının baskısıyla da iç dünyasında düşsel bir Alev yaratır. Köy kökenli Fazilet'in büyük kentteki yaşamı bir kimlik değişimiyle sürüp gider. "




9 Ekim 2008 Perşembe

1

Bütün iç organlarımı bir tarafa koyup koşmak istiyorum. İçimde tek bir inancım kalsın diliyorum... Gömülmek kitaplara kafamı kaldırmadan... Yollar hiç bitmesin istiyorum... Batıya değil ama doğuya gitmek ve çölün ortasında o pis, kandıran gülümsemen olmadan susuzluktan ölmek istiyorum...

Gucci 2009 İlkbahar-Yaz sezonu


Gucci gelecek yaz dar ceket pantolon takım çalışmış. Bence çok şık... Parlak kumaşlar tercih edilmiş ve tabii ki yüksek topuklu ayakkabılar. Buna göre kilo vermek lazım gelir gibi...


Gece elbiseleri ise üfür üfür serin serin fakat upuzun :) Kısa elbise ve ya etekler tarih mi oluyor ne? Aynı bir moda editörü gibi konuştuğumun farkındayım fakat uzun elbiseler inanılmaz rahat oluyor. Basma etek modası yeniden hortlamışken keyfini çıkartmak gerektiğini düşünüyorum.



Gucci 2009 İlkbahar-Yaz sezon fotoğrafları için tıklayabilirsin

Çirkin erkek daha çok mutlu ediyor

Tahmin ediyordum fakat artık araştırmalar da yapılmış işte :)

"Birbirinden güzel kadınlarla birlikte olan çirkin erkeklerin sırrı sonunda çözüldü.

ABD'deki Tennessee Üniversitesi uzmanlarının 82 çiftin evliliğini bes yıl boyunca izleyerek yaptığı araştırmaya göre, eşi kendisinden çirkin olan kadinlar kendilerini daha mutlu ve daha güvende hissediyor.


Araştırmaya göre, eşinden daha çekici olan bir erkegin ufak kaçamaklar yapma şansı daha fazla oluyor. Böyle bir şeyin ihtimali bile evlilikte kadının huzurunu ve mutluluğunu bozuyor. Ancak erkek kadından çirkinse, kadınına daha fazla sahip çıkıyor. Hal böyle olunca, kadınlar da eş olarak kendinden daha çirkin erkekleri seçiyor."

8 Ekim 2008 Çarşamba

Elif beni Mudo'ya götür

Arkadaşım Nuray bir kıyak yaptı ve Mudo Collection kataloğunu benimle paylaştı.
Elif beni Mudo'ya götür!!!


Canı sıkılanlar içn eski tarihli çeşitli dergi katologları da aşağıdadır.

Gezgin
Tempo
Country Homes
Mutfak Rehberi
Home

İlk bakışta kavuna benzetebilirsiniz fakat fotoğraftakiler erik. Annanemin bahçesindeki ağaç erik dökmüş bu sebeple yerler turuncu =)

Bunlar ise Çiğdem...

7 Ekim 2008 Salı

"Bir insan ancak gerçekten dine dayalı bir ülkeye gidene kadar dindardır. Daha sonra herşeyi masraflar, makineler ve asgari ücret olur. "
Aldous Huxley

Okumak bir ömür boyu


Okuma Sitesi kitap seçimi için uygun bir site
Görüldüğü gibi profilimi oluşturdum bile =)

6 Ekim 2008 Pazartesi

Yahudi Efendi


Bayram tatili sırasında okuma fırsatı bulduğum bir kitap Yahudi Efendi. Bilindik Osmanlı tarihini değil de kim olduğunu, hangi dine ait olduğunu bulmaya çalışan Adam Zakir'in sürükleyici ve sorularla bezeli hayatını anlatıyor. Toksöz B. Karasu'nun sayılı kitabından biri olan Yahudi Efendi'nin okunmasını tavsiye ederim.


Beş bölümden oluşan kitap şu şekildedir...(Alıntı-Siyahkahve)

Bölüm I: İsa beni neşelendiriyor, bana göz kırpıyor ve aklımı karıştırıyor. Günaha girmek istiyorum. (1905-1922 İstanbul)

Yedinci doğum günüme kadar annemle ben, annemin icat ettiği küçük bir oyun oynardık. Oyunun adı şehzade idi. Ben “şehzade” olur ve minderli bir “taht”a kurulurdum. Annem de padişahın öldüğünü ve benim imparatorluğun yeni padişahı olacağımı haber vermeye gelen ulağı oynardı.

Babamın ikinci karısı Meveddet Hanım’ın Ertuğrul adında bir erkek evlat dünyaya getirmesi, şehzade olma hayallerimi temelinden yıkmıştı. Bu makam için hırsla yaptığım entelektüel ve fiziksel hazırlıkların altını boşaltmıştı. Cumaları hariç her gün altı saat, Arapça, Fransızca, tarih, din, edebiyat ve müzik dersleri alıyordum.


Bölüm II: Ateist beni boşluğa itiyor, bana tepeden bakıyor ve moralimi bozuyor. Ölmek istiyorum.(1922-1926 İstanbul)

Gazete manşetleri Meclis’in halifeliği kaldırma kararını ilan etmekteydi. Çok dindar bir Müslüman ailesinin çocuğu olan Doğan, Süleymaniye Camii imamının o akşamki vaazında neler söyleyeceğini pek merak ediyordu. Hep beraber kalktık gittik. Hemen karşısında yaşamama rağmen, hakkında çok şey işittiğim ve okuduğum bu yeri hiç ziyaret etmemiştim. Annemin takma adına ilham kaynağı olan Roxelane burada yatıyordu, kocası Sultan Süleyman da öyle. Şimdi dev gibi incir ve dut ağaçlarının ardında kalan mozolelerine şöyle bir göz gezdirdim. Onlar gerçekten yaşamışlar mıydı?


Bölüm III: Musa beni sindiriyor, gözlerini gözlerime dikiyor ve içime endişe salıyor. İsyan etmek istiyorum. (1926-1941 Paris)

Villa Manolya’ya yaklaştıkça ortamın dinginliği yerini tam bir curcunaya bıraktı. Evin önünde çoğu İtalyanlardan oluşan büyük bir kalabalık toplanmıştı. Çığlık çığlığa bağırışıyorlar, bahçe kapısını kırarcasına sarsalayıp duruyorlardı. Buruşuk kâtip, İtalyanların dediklerini tercüme etti. Kalabalığın hiddetlenme sebebi, padişahın aldığı mal ve hizmetler karşılığında kendilerine altı ayı aşkın bir süredir ödeme yapmamış olmasıydı. Onlar da zararları hakkıyla telafi edilene kadar padişahın tabutunun evden çıkarılmasına izin vermeyeceklerdi.

Vahideddin’in halka altınlar saçtığı günleri hatırladım. Şimdiyse, şanlı imparatorluğun son sultanına yaraşır bir cenaze töreni bile çok görülüyordu.


Bölüm IV: Muhammed beni tehdit ediyor, bana parmağını sallıyor ve beni kızdırıyor. Savaşmak istiyorum. (1941-1945 İstanbul)

Tren Sirkeci istasyonuna girerken uyandım ve hemen perona atladım. On beş sene sonra yeniden İstanbul’daydım. Güneş doğmak üzereydi. Eski Karai bölgesindeki Yeni Camii’nin minarelerinden okunan ezan Galata meydanına yayılıyor, insanları sabah namazına çağırıyordu. Bir coşku hissettim yüreğimde. Sonra derin bir hayal kırıklığı sardı içimi. Müezzinler “Allahu ekber”le başlayan geleneksel çağrıyı değil, ezanın kadanslarını ve anlamını tamamen düzleştirerek, Türkçe çevirisini okuyorlardı: “Tanrı uludur.”

Bir balıkçı teknesinden balık-ekmek aldım. Bayattı, ama içinde yuvaya dönüş lezzeti vardı.


Bölüm V: Tanrı bana inanıyor. Sevmek istiyorum. (1945-1947 Kudüs)

Birden sertçe durup bana döndü. “Bak Sıddık,” dedi. “Bir yılı aşkın süredir buradasın ve ne bir kadınla, ne de bir oğlanla yattın. Hiçbir erkek senin gibi yaşayamaz. Kalbe oruç tutturmak sağlığa iyi gelmez. Doktor sensin, ama benden söylemesi, bütün o baş ağrıları, kusmalar, insanlara çarpmalar, ayak bileklerindeki yaralar filan, hepsi de ‘hayat suyu’nu biriktirmenden kaynaklanıyor.

“Bir kurtarıcı, bir Mesih, bir Mehdi mi bekliyorsun güzel kardeşim? Ne bekliyorsun? Sonsuz gelecek mi? Sonsuz şimdiye ne dersin? Hayat birbirini izleyen ‘şimdiler’den ibarettir…”

2 Ekim 2008 Perşembe

Gökkuşağı


Yaşadığım sene kadar her daim gittiğim köyümde hiç bu kadar huzurlu olduğumu hatırlamıyorum ben... Evimize ayak basar basmaz bizi dakikalarca gökyüzünü neşelendiren bir gökkuşağı karşıladı. İkamet ettiğimiz mekan dümdüz bir ova olduğu içün başlangıcı bitişi belliydi renk cümbüşünün. Oturup izledim dakikalarca... Ne büyük bir olay aslında gökkuşağı. Mutlu hissediyor kendisini insan. Güneş bulutların arasından görünürken inatla, yağmaya devam eden "ben de buradayım" diye inleyen yağmur damlaları. Aslında büyük kargaşa. Ve durumun hakemi gökkuşağı... Bir filmde duymuştum; "Her yağmur damlasını bir melek taşır" diye... Doğruluğu muamma olsa da güzel bir tez... Bu sebeple yağmuru da seviyorum güneşi de karı da her haltı seviyorum...



Bugüne dönersek eğer; benim için hüzünlü bir akşam... Bambaşka bir pencerenin manzarasına uyanacağım bir sonraki gün... Ne düşünmem gerektiğini kestiremiyorum. Hep bu odada yaşayacağımı ve burada öleceğimi düşünürdüm buhranlı zamanlarımda. Öyle bir bağımlılıktı ki; yer döşemelerimi dahi değiştirtmez takıntılı insanlar gibi duygusal bir bağ kurardım pencerele, kapıla, gömme dolabla... Tek dileğim herşeyin yeni evimde gökkuşağı kadar renkli ve huzurlu olması... Başka da; sağlığınız işte arkadaşlar :)