8 Eylül 2007 Cumartesi

1981'den Sonra...

Çarşamba gününe denk gelmiş benim doğumum. Annem, onu çok uğraştırdığımı söyler hep. Sabah babayı işe uğurladıktan sonra aklıma doğmak gelmiş birden. '81'in Ekim ayı... Çarşamba günü işte... Büyükbüyükannem varmış anneciğe arkadaş o sıralar. Evde telefon yok tabi. Karşıda bizim bir Hüseyin amca varmış, karşı komşunun o rapunzel gibi saçları olan kızı koşmuş babama telefon etmiş. Babam işyerine gitmeden gerisin geriye dönmüş eve... Ama eve gelmeden de canım dayımı aramış. O da Kamil amcamı. O da Halide teyzemi. O da Nazan Yengemi. O da Erhan Amcamı. [şaka yapıyorum sanıyorsunuz değil mi] ... Biz annemle hastaneye doğru giderken tüm aile dostları da bizi orda bekliyormuş meğer... Annem '81 yılı çok zor bir yıldı der hep... Ama olsun ben doğdum ya o zaman hiç zorluğu kalmamıştır herhalde derim ben de... İlk çocuk... İlk torun... Bu benim. Buna rağmen hiç şımartılmamış ilk çocuk ve ilk torun... Bu da ben...

Annesi çalışan bir çocuk oldum her zaman. Fakat niye bilmiyorum asla kendimi terkedilmiş, dışlanmış hissetmedim. Belirli bir yaşa gelene kadar annemle ve babamla paylaştığımız şeyleri algılayamadım. Kendi içimde öyle bir komite kurmuşum ki yazıcısı da ben... Sözcüsü de... Başkanı da bendim. Onca çocuk içerisinde durup izlemeyi seçtim. Bağırıp çağırmak bana hep saçma gelmişti. Koşmak ise aptallık belirtisiydi. Yani bir odanın içinde neden koşulsundu ki? Ece vardı... İlk öğretmenim. Uzun dümdüz saçları vardı... Hayal edemeyeceğiniz kadar güzeldi bana göre... 4 yaşındaki bir kız çocuğuna göre belki de... Onunla oturup çok konuştuğumuzu hatırlıyorum. Büyük biriymişim gibi anlatırdı... Ve ben de dinlerdim... Sonra tarağını uzatır ve saçlarını taramama izin verirdi. "Ece" Büyünün adıydı benim için. "Anne kardeşim olursa nolur ece olsun adı. Tamam mı?" "Tamam" "Tamam di mi?" "Hımmm!" replikleri çokça geçmiştir anneyle aramızda. Tabi bunun için 8 yaşına kadar beklemem icab etti.

4,5 yaşımdanken her ay annem bana üç adet kitap alırdı. Büyük puntayla yazılmış klasikler... Resimli sayfalar... Her okula gidişimizde önünden geçerdik kitapçının. Artık bir ayin olmuştu içeri girip, kitapları seçmek, boya kalemleri, silgiler, boyama kitapları, defter kapları... Bana göre lunaparktan farksızdı küçücük dükkan. Öyle anlarda anneme tapardım. Elele tutuşup o devasa yolu geçer evimize giderdik. Kibritçi kızdı... Annemin en güzel okuduğu kitap. Acıklı, göğsümü yakardı o kibritleri bitirdiğinde kibritçi kız... Her defasında "Çok üşüdü di mi anne" diye sorarmışım... " Bize gelse ya" dermişim... Hele ki kitabın en son sayfası vardı ki parçalanırdı kalbim, dakikalarca o sayfaya bakardım. karlar üzerinde cenin şeklinde yatmış, başında kahverengi bir atkısı olan, elleri göğsünde toplanmış, çevresine yanmış kibritler birikmiş kız... Ölmüş!

3. yaşgünümü hatırlıyorum. İlk büyük doğum günüm. Amca ve baba bir sürü, rengarenk balonlar almışlardı. Kocccaman bir masayı donatmıştı annem. O gün çok güzeldi annem. Her zamanki gibi masaya o harika menekşelerinden koymuştu. O gün herkes çok gençti... Herkesin saçları siyahtı... Babannem yaşıyordu ve gençti... Kuzenlerim, arkadaşlarım hepimiz çocuktuk... Küçüktük... Çocukluğumun en güzel günü... Ha bir de hacıyatmazım oldu o gün... İnanmazsınız hala durmakta. Ama hiç yatmamakta...

Mahalle çocuğu olmaya karar verdiğim yazdı. Ortada sıçan oynuyorduk... Babamın işten eve gelme saatiydi.. Asla şaşmazdı, asla şaşırmazdım... Aynı saatte, koltuğunun altında günlük gazeteye sarılmış bir ekmek, kravat, ceket, 1987 bıyığı, solcu genç... Birden yolun başında onu gördüm. Her gün yaptığım gibi koştum koştum koştum... Ayağımda sokak terliklerimle... Babam şaşırdı... Beni tanımadı... Boynuna atladım... O da bana sarıldı... Sonra herkes gülmeye başladı. Mustafa [düşmanımdı o] "kızım, baban değil o" diye bağırdı... Değildi... Ulan babam değildi... Mahallenin bakkalından büsküi çaldığım günden çok daha utanmıştım... O gün değişti herşey... Bir daha ve sonraki gün yarı yola kadar koşup, duraksayıp iyice emin olmadan kimsenin kucağına atlamadım.

24 yıl sonra bugün düşünüyorum da; benim için ne kadar zorluklar yaşadılar... Bana kalabalık yalnızlığımı hissettirmemek için ciddi uğraş verdiler... Şu dakikaya kadar... Ben şanslı bir çocuktum... Hem de fazlasıyla şanslı...

Sıkılmadınız mı? Anlatıyım mı daha :) Ehehhe... Ben de hikaye hiç bitmez.. Öyle bir hafıza var ki; detaylı bir biçimde 26 yılımı anlatmaya kalksam bir haftayı beraber geçirmek durumunda kalabiliriz herhalde....

2 yorum:

e-vren :) dedi ki...

Demek sen de benim gibi 81 lanetini taşıyanlardansın :) Anadolu Lisesi sınavına girip de sınavın iptal edilmiş miydi :)

e-vren :)
www.evrengunlugu.net

Burcu SezeR dedi ki...

:)
Ayıpsın kaçar mı Evren. bir de Üniversite sınavına da iki kez girdik hazırlık okuyan 81'liler :)

Tam lanet yani :D